Leonardo Di Caprio’nun sonunda
Oscar ödülünü aldığı ‘The Revenant’ (Diriliş) isimli film üzerine yazmayı
nicedir istiyordum. Her ne kadar Leonardo’nun oyunculuğu bana biraz zorlama gelse de filmin çekimini, sahnelerin gerçekçiliğini ve de filmin
konusunu çokça sevdim. The Revenant, benim için sıradan bir intikam öyküsünden
öte bir anlatısı olan kişinin üzerinde düşündükçe daha çok seveceği bir filmdi.
Konusuna kısaca değinmek
gerekirse, Leonardo Di Caprio, melez
(annesi yerli olan) oğlu ile birlikte vahşi bir avcı komüne rehberlik eden Hugh Glass rolünde karşımıza
çıkıyor. Avcı komünle birlikte ama aslında onlardan ayrı, yabani bir adam olan Glass bir
sabah akıl almaz bir ayı saldırısına uğruyor ve kendisine kesin olarak ölecek
gözü ile bakan avcı komün zorlu koşullarda onu taşıyamayarak oğlu ve 2 adam ile
geride bırakıyor. Ona bakmakla ve ölünce düzgün bir şekilde gömmekle yükümlü
Fitzgerald, Glass’ın gözleri önünde oğlunu öldürüyor ve onu ölüme terk ederek
ana kampa doğru yola çıkıyor. Bu noktadan sonra kendisine ihanet edilmiş, en
değerli varlığı gözleri önünde ondan alınmış, yalnız, nefret dolu bir adamın
intikam alma hırsıyla nasıl hayatta kaldığını görüyorsunuz. Glass yaşadığı
kayıpla adeta dönüşüyor, içinde tuttuğu yas yaşadığı ihanetle el ele doğanın
tüm zorluklarına baş kaldırıyor. Ruhsal yaraları fiziksel yaralarından daha
derin olan bir adamın hayata tutunuşu adeta içinizi acıtıyor.
Filmin son sahnesinde ondan her
şeyini almış Fitzgerald ile karşı karşıya geldiğinde ise Glass tabiri caizse
gerçek anlamda bir aydınlanma yaşıyor. Canını en çok yakan kişi avucunun
içindeyken ondan intikam almamayı seçiyor. Ne yaparsa yapsın aslında bunun
yaşadığı kaybı geri getirmeyeceğinin, çektiği acıları silmeyeceğinin farkına
varıyor ve Fitzgerald’ı kendi kaderine bırakıyor. Kötülükle yoğrulmuş bir
hayatın yine kötülükle son bulacağını biliyor. Bir yerde aslında onu öldürmeden
kendi içinde öldürüyor. Sonrasında Fitzgerald’ın başına gelecek şeyler zaten
onun için önemli olmuyor. Bırakabildiği, intikam duygusundan özgürleşebildiği
noktada Tanrı onun yerine intikam alıyor. Oğlunu öldüren adamın ölümünü izlerken
yaşadığı acılarla başka bir insan haline gelmiş ve sonunda özgürlüğe
kavuşabilmiş bir adamın yaşantısına tanık oluyorsunuz.
The Revenant (Diriliş)
kesinlikle izlenmesi gereken, izlerken insanın içini şişiren ama sonrasında
büyüleyen bir başyapıt. Replikleri de bir o kadar etkileyici olduğundan en
hoşuma gidenleri derledim.
Hugh Glass’ın karısı: Nefes
aldığın sürece dövüş. Nefes al, nefes almaya devam et. Fırtına varken bir
ağacın önünde dikilirsen, o ağacın dallarına baktığında düşeceğine yemin
edersin. Ama ağacın gövdesine baktığında ne kadar sağlam olduğunu görürsün.
Hikuc: Kalbim kanıyor ama
intikam benim değil yaratıcının ellerindedir.
Hugh Glass: Ölmekten
korkmuyorum. Zaten bir kez öldüm.
Hugh Glass: Korkuyor. Onun için
ne kadar uzaktan geldiğimi biliyor. Korkunca ormanın derinliklerine kaçan
geyikler gibi kaçıyor. Tuzağıma düştü bile, sadece henüz bilmiyor.
Henry: Nasıl bu kadar emin
olabiliyorsun?
Hugh Glass: Çünkü kaybedecek çok
şeyi var.
John Fitzgerald: Onca yolu
intikam için geldin değil mi? Hoşuna gitti mi Glass? Çünkü hiçbir şey oğlunu
geri getirmeyecek.
Hugh Glass: İntikam Tanrı’nın
ellerindedir benim değil…
Film gerçekten şahaneydi. İnarritu her zamanki gibi mükemmel senaryolar işlemiş, Leo da sonunda ödülünü kaptı ve hepimiz rahatladık :))
YanıtlaSilBu arada Gizem`cim o kadar özledim ki postlarını! Keşke daha fazla buralarda olabilsen..