Green House
Tarihi yarımadanın benim için
anlamını takip edenler bilirler. Bunun sebebi belki Dehan’ın elimi ilk kez
Soğukçeşme Sokağı’nda tutmuş olması, belki Sarnıç’taki ilk akşam yemeğimiz, belki
de evliliğimizin ilk gecesini aynı sokaklarda geçirmiş olmamızdır. Her köşesini
ayrı severiz bu tarih kokan yerin.
Kimi zaman Dubb’da hint yemeği yer, kimi
zaman Four Seasons’ta şarap tadarız, kimi zaman da camdan bir köşkün içinde
gibi hissettiren “Green House”un bahçesinde zamanı durdururuz. Bugün kum
saatinin yatay uzandığı bir yer olan bu sırça köşke gideceğiz.
Bahçesindeki çeşmenin şırıltısı
uzaktan bir arp tınısı gibi kulağınıza ulaşırken siz İngiliz kırsallarının brit
havasını andıran çiçek kaplamalı sandalyeler, üzüm tanelerinin aydınlık saçtığı
lambalar ile ortamdaki tek Türk olmanın da verdiği his ile bir an kendinizi
yurtdışında hissedebilirsiniz.
Hem bir ev rahatlığında hem de asil
bir şıklıktadır Green House. Otelin antika dekoru ile farklı bir uyum
içerisinde, paralel bir güzelliktedir.
Hava karardıkça daha da loş bir
ışık sızar içeriye. Piyanist yumuşak dokunuşlarla keyifli liriklere hayat verir
ve size de sevdiğiniz kişi ile bu ortamın keyfini çıkarmak kalır.
Otel Green House’un bahçesinde yer
alan restoranın tatları da güzeldir.
Özellikle kırmızı et ve balıkları. Bu
sefer portakallı hindi söyleyip da tadına bakınca bu kararımdan daha da emin
oldum.
Green House'un iç ısıtan yeşilliğinde zamanı durdururken bir de kutlayacak bir
sebebiniz varsa, hele bir de o büyülü piyano lirikleri sizin için bir şeyler çalmaya
başlıyorsa o zaman mutluluğunuza diyecek olmaz.