Marmaris & Selimiye
Saklıkent maceramız saatlerimizi aldığından Marmaris’e vardığımızda güneş tepelerin arkasından kayboluyordu. Senelerdir gittiğimizden artık bizim için ikinci bir ev olan merkezdeki otelimize varınca en çok gece sahilde yıldızları izlemeyi özlediğimi fark ettim. Yemekten sonra hemen beach bar’a gittik. Burada country tarzında beyaza boyalı ahşap veranda altında oturup canlı müziği de dinleyebilirsiniz, çalan grubun arkasında yer alan kumsala hasırlar üstüne atılmış dev minderlere uzanıp denize karşı ayışığında da oturabilirsiniz. Biz müzik sesine dalga sesleri karışınca, İstanbul’da göremediğimiz parlak yıldızları uzanarak izlemek daha bir hoşumuza gittiğinden ikincisini yaptık.
O akşam gökyüzünde ay hiç görmediğimiz kadar büyük ve parlaktı. Mehtap ince bir silüet halinde dalgalanmak yerine suyun yüzünü ışık seline boğmuştu. Etraf adeta aydınlıktı.
Doğal güzelliklerin, doğanın hazırladığı süprizlerin insan üzerinde etkisi daha farklı oluyor. Kıpırdamadan saatlerce bu güzel manzarayı izledim. O müthiş güzelliği anlatmak için kelimeler yetersiz kalıyor ancak o anda ışıl ışıl suya koşarak girse karşıki dağlara doğru yüzdükçe ölümsüzlüğe ulaşacakmış gibi hissediyor insan. Ay yükseldikçe ışığın suda oluşturduğu yol da genişledi...
Makinenin ayarları ile oynayarak yaptığımız bir iki deneme çekimi :) Doğal güzellik karşısında ruhum bedenimden ayrılarak kendi başına gezintiye çıkmış gibi de düşünebilirsiniz :p
Uzaklarda ışıkları bize kadar ulaşan bir eğlence gemisini elimizden geldiğince fotoğrafladık. Tripodsuz gece çekimi yapmak çok zor olduğundan bu kadar çekebildik.
Suda her dalgada fosforlu bir şekilde ışıldayan yakamoz gecemize ayrı bir güzellik kattı. Uzun zamandır görmemiştim nasıl mutlu oldum doğanın bu küçük süprizine :) Marmaris'le ilgili tavsiye edebileceğim şey merkeze yakın bir otelde kalıp her gece sahilde yürüyüş yapın. Marina'nın renkli ışıkları, yol boyu mekanların çalışanları korkunç danslar sergilese de farklı birçok yeri görmek ve teninizde dolaşan ılık rüzgar çok keyifli oluyor. Biz Grand Azur'da kaldık. Gece canlı müzik içinde Grand Azur'un beach bar'ı bir de Romance Otel'in beach bar'ı oldukça güzel.
Bu da merkeze yürürken Türk aklının geldiği son nokta. "Aaaa Bacardi Breezer" diye atlayıp "Kırbıyık Freezer"ı görünce dumur olmuş ve sonrasında dakikalarca gülmüş Giz'in kaçak çekimi. Hadi benzerini yapacaksın tamam, ama bire bir kopyasını yapma, ayıptır.
Ertesi gün Selimiye’ye gitmeye karar verdik. Yolumuz üzerinde Turgut Şelalesi’ne de uğradık.
İrili ufaklı şelalelerden oluşan bu alan doğal bir cennetti. Marmaris’te ve civarında her yer yeşil zaten ama buradan yeşil fışkırıyordu adeta. Adımımızı attığımız anda sanki Edvard Grieg’in morning adlı eseri çalmaya başladı :) öyle cıvıl cıvıl bir mutluluk akıyordu buradan.
Tarihi değirmenin bulunduğu alanı turistler için çok hoş bir şekilde kültürel ögelerle süslemişlerdi. Şarjımız bittiğinden sadece dışını çekebildik.
Değirmenin hemen önünde dilek ağacında adettenmiş madem diyerek dilek diledik :)
Bu ağacın gövdesi dev bir kovuğa sahipti. İçerisine girince kafanızı kaldırdığınızda gökyüzünü görebiliyorsunuz. Dehan girip baktı, kovuğun ne kadar büyük olduğunu bu resimden anlayabilirsiniz :)
Şelalelerden en büyüğünün oluşturduğu doğal havuzda insanlar yüzüyordu. Ne yalan söyleyeyim benim de çok yüzesim geldi ancak çocuklar çok kalabalık olduğundan vazgeçtim :)
Selimiye’ye vardığımızda bu güzel köyü baştan başa arabayla gezdik. Çok methini duyduğumuzdan “Bu muymuş ünlü Selimiye? denizinin Marmaris’ten ne farkı var ki?” dedik. Selimiye’de arabayla geçerken direk görebileceğiniz bir plaj yok, çok da kalabalıktı, acaba dönsek mi yoksa buraya kadar gelmişken bir denize girsek mi derken kalmaya karar verdik.
İyi ki de kalmışız. Selimiye gerçekten şöyle geçilecek bir yer değil keşfedip tadı çıkarılacak harika bir yermiş.
Biz Akkum Motel'in pembe begonvillerinden büyülenerek burada durakladık.
Öncelikle, Selimiye'nin suyu benim bugüne kadar yüzdüğüm tüm sulardan daha farklı. Su yapısı daha bazik gibi, hem daha çok kaldırıyor hem de kadife gibi yumuşacık insanın üzerinden ipek gibi kayıyor.
Dakikalarca suda kaldım yetmedi, insan çıkmak istemiyor o kadar güzeldi. Burada da beni yüzerken görebilirsiniz :P
O kadar yüzme sonucu acıkarak plajını kullandığımız Akkum isimli tesisin yemek kısmına geçtik.
Kabak çiçeği dolması ve börülce başlangıcımızdı. Burada her şey çok doğal ve çok tazeydi.
Kalamar biliyorsunuz gittiğimiz her yerde yemezsek olmayan bir şey :) Ancak buradaki kalamar da daha önce yediklerimden çok farklıydı. Kaş’ta Üzüm Kızı’ndaki kalamarı bile geçti benim için. Yumuşak, etli ve sanırım denizin suyundan, etinin tadı da başkaydı.
Balık da aynı şekilde bildiğimiz levrekten kat be kat lezzetliydi. Bu tatlardan sonra İstanbul’da balık diye bunların kötü bir kopyasını yediğimizi bir kere daha gördüm. Daha önce gelmediğimize çok pişman olduk buraya. Bundan sonra Marmaris’e gittikçe Selimiye’ye de gitmek bizim için şart oldu :)
Selimiye ile ilgili söyleyebileceğim bir diğer şey de burasının keşfedilmiş bir doğal güzellik olduğu. İstanbul’dan gelmiş park halinde onlarca arabanın profiline ve çok basit bir plajdaki şezlong fiyatının Çeşme’nin en bilinen plajları ile aynı olmasına bakınca şaşırıyorsunuz. Ancak gelişmekte olan bir yer, sezonu da 3-4 ay yerel halk da kendince haklı diyebiliyorsunuz içinizden.
Dönüşte insanların yürüyerek karşıya geçtiği Kız Kumu'nda durup birkaç kare çektik.
Karınca gibi görünen insanlar yürüdükçe derinleşmeyen suda karşıya geçmeye çalışıyorlar. Güneş yine dağların arkasına doğru yollandığından biz burada durmadık ancak geniş bir zamanda durup vakit geçirilecek çok hoş bir yer olarak aklımıza yazdık.
Böylelikle Marmaris tatilimizin de sonuna gelmiş olduk. Blogum gezi bloguna dönüşmeden farklı konseptte birkaç post daha yapmak istiyorum ancak kısa zaman içerisinde Prag yolcusu olduğum için vakit bulamazsam bilin ki her yönü ile didik didik edilecek bir Prag gezi yazısı yakında sizleri bekliyor
;)) Sevgiyle kalın...
;)) Sevgiyle kalın...