Home
Archive for
2013
Yeni Yıl Yazısı - Korkmak ya da Kormamak, İşte Tüm Mesele Bu!
Korkmak ya da Kormamak, İşte Tüm Mesele Bu!
Başlarken
söylemeliyim, bu yeni yıl yazısı her senekinden farklı olacak. Bu sefer ekran
karşısında kızgın değil ama çokça kırgın, biraz hassas ve de alıngan bir ruh
halinde bir Giz var. Yaşadıklarından yola çıkarak geçtiğimiz yıldan
öğrendiklerini, okuyanların geleceğine etki edebilir umudu ile paylaşacak.
Hayatta hep karmik bir şekilde bir gün yargıladığımız insanların yerinde
olacağıma inanmışımdır. Körü körüne bir inanç değil bu, yaşayarak görülmüş
tecrübe ile kazınmış bir gerçek. Bu sebepten en olmayacak, yok artık
diyebileceğiniz olaylar karşısında bile “olabilir, bir açıklaması vardır, biz o
insanların yerinde olsak daha farklı davranamazdık belki” derim, demeye gayret
ederim. Ayıplamadan, yargılamadan. Bu sene edinmiş olduğum yaşam öğretisine bir
gerçeği daha ekledim.
Göğe Bakma Durağı.
İkimiz birden sevinebiliriz göğe bakalım
Şu kaçamak ışıklardan şu şeker kamışlarından
Bebe dişlerinden güneşlerden yaban otlarından
Durmadan harcadığım şu gözlerimi al kurtar
Şu aranıp duran korkak ellerimi tut
Bu evleri atla bu evleri de bunları da
Göğe bakalım
Falanca durağa şimdi geliriz göğe bakalım
İnecek var deriz otobüs durur ineriz
Bu karanlık böyle iyi afferin Tanrıya
Herkes uyusun iyi oluyor hoşlanıyorum
Hırsızlar polisler açlar toklar uyusun
Herkes uyusun bir seni uyutmam bir de ben uyumam
Herkes yokken biz oluruz biz uyumayalım
Nasıl olsa sarhoşuz nasıl olsa öpüşürüz sokaklarda
Beni bırak göğe bakalım
Senin bu ellerinde ne var bilmiyorum göğe bakalım
Tuttukça güçleniyorum kalabalık oluyorum
Bu senin eski zaman gözlerin yalnız gibi ağaçlar gibi
Sularım ısınsın diye bakıyorum ısınıyor
Seni aldım bu sunturlu yere getirdim
Sayısız penceren vardı bir bir kapattım
Bana dönesin diye bir bir kapattım
Şimdi otobüs gelir biner gideriz
Dönmeyeceğimiz bir yer beğen başka türlüsü güç
Bir ellerin bir ellerim yeter belleyelim yetsin
Seni aldım bana ayırdım durma kendini hatırlat
Durma kendini hatırlat
Durma göğe bakalım
Turgut Uyar
Arnavut Kaldırımlarında Kalbimizi Bıraktığımız Bir Ege Kasabası - Cunda
Cunda’ya daha önce gitmemiştim. Kulaktan dolma bilgilerle,
orada burada gördüğüm resimlerle benim için sevimli bir Ege kasabasından daha
fazlası değildi. Yazı sonlandırdığımız Ege tatilimizde 1 günlüğüne olsun bu
şirin kasabaya uğramaya karar verdik. Cunda’ya vardığımızda gün çoktan
batmıştı. Kararmış daracık taş sokaklarda gece lambalarının ışığını izleyerek
otelimizi bulduk.
Giz'li Teras'ta 5 Çayı! :) - Pip Studio
Pip Studio Amsterdam menşeili bir
porselen markası. Aslında porselen markası demek çok da doğru olmaz, web
sitesinde ev dekoru, banyo malzemeleri, ev kıyafetleri, yatak örtüleri, duvar
kağıdına kadar birçok seçenek mevcut. Ancak ülkemizde çok yeni, Zorlu Center’daki
Beymen Home’da porselenleri ile yer alıyor. İsmi bana oldukça enteresan gelen
ve “Büyük Umutlar” kitabındaki ufaklığın adını anımsatan Pip’in hikayesini
merak edip biraz araştırdım. Küçükken bir Afrika papağanına sahip olan
Catharina’nın ilk söylediği kelime Pip olduğundan ailede bu isimle çağrılırmış.
Papağanı sürekli kafasında ya da omzunda gezen Cathy kuşlara olan aşkını
tasarımlarına da yansıtmış. Güzel sanatlar akademisinden mezun olduktan sonra
şehrin dışında Viktorya dönemine ait bir ev alarak çatı katını stüdyo haline
getirmiş ve Pip Studio bu şekilde doğmuş.
En Güzel Cheesecake Tarifi! :)
Tatlı cazibelere uzun bir ara
vermiştim. Bu yüzden geri dönüşümü size parmaklarınızı yedirecek bir tarifle
yapmak istedim :) Cheesecake benim en en sevdiğim tatlılardan biridir.
Özellikle krema kısmının yumuşacık ve dolgun olması, dengeli bir tatlı &
tuzlu tada sahip olması sebebi ile insanın yedikçe yiyesi gelir. Sizlere bir tarif
sunmadan birçok yabancı tarifi okuyup hepsinden bir şeyler alıp kendimce
mükemmele yakın tarifi oluşturmak boynumun borcudur :) Bu sefer de New York’ta
oldukça ünlü bir butik cheesecake dükkanının tarifini bizim ölçü ve
malzemelerimize uyarladım, sonuç mu? Muhteşem oldu :) Şimdiden sizi
uyarmalıyım, bu cheesecake’i misafiriniz geleceği zaman yapmaya özen gösterin,
zira dolapta onun varlığını bilerek evde yalnız olmak oldukça tehlikeli! :) bir
dilim asla yetmiyor benden söylemesi!
Gelelim malzemelere;
6 Yumurta
1,2 Su bardağı şeker
1 çimdik tuz
1 çimdik tuz
800 gram labne peyniri (suyu
tamamen süzülmüş)
200 ml krema
1 Paket pasta kreması (yurtdışında
yoğun krema olarak geçiyor)
2 Paket Burçak bisküvi
8 Yemek kaşığı erimiş tereyağ
1 Limon suyu
3 Yemek kaşığı un
1 tatlı kaşığı vanilya özü (ben
markette bulamadığım için toz kullandım)
Önce şeker ve yumurtaları
çırpıyoruz, normal kek pişirirken çırptığımız kadar uzun ve hızlı değil fazla
köpürtmeden biraz beyazlaşana kadar düşük hızda çırpmanız yeterli (eğer yüksek
hızda ve hızlı çırparsanız kek kısmı taşar ve krema kısmı fazla hafif ve
kabarık olur). Üşenmezseniz tel çırpıcı ile çırpabilirsiniz ;)
Bir yandan labne peynirini ince
delikli süzgeçte altına kağıt havlu koyarak (sürekli havluyu değiştirin) süzün.
Tüm suyu çıkana kadar altındaki havluyu birkaç kez değiştirin.
Cheesecake’in tabanı için Burçak bisküvileri
ufak ufak kırın ve kelepçeli kek kalıbınızın tabanına yayın.
Üstüne 8 yemek kaşığı erimiş tereyağı gezdirin ve tüm karışımı
elinize ufalayarak yağı karışıma yedirin.
Sonra da bastırarak dümdüz bir hale
getirin.
Ben tereyağ olarak tuzsuz Fransız
tereyağ kullandım, hamur işlerinde özellikle denemeniz, tavsiye ederim çok
yakışıyor.
Pasta kremasını süt ile çırpın.
Fırınınızı 175°C’de ısıtın.
Daha sonra çırpılmış şeker ve
yumurtaya labne, sıvı krema, un, tuz, limon suyu, vanilya özü ve katı pasta
kremasını ilave edin ve düşük hızda homojen bir hal alana kadar mikserle
çırpın.
Sıvı karışımı, taban üstüne dökün
ve bir spatula yardımı ile yüzeyi düzleştirin.
Cheesecake’inizi fırının orta
karında 170°C’de 1 saat pişirin.
Bu sırada peynir krema kısmı kabarıp daha
sonra cheesecake üzerinde çatlaklar oluşturabilir. Mümkün olduğu kadar keki
haşlamadan yavaş yavaş pişirmeniz yumuşaklığı için önemli bir nokta. Ayrıca cheesecake pişirirken mutlaka kelepçeli kek kalıbı kullanmanız gerekiyor aksi halde piştikten sonra tatlınız kalıba hapsolabilir :)
1 saatin sonunda kekimizin üstü de
kızarınca fırından çıkarıp dinlendiriyoruz. Kek kalıbı içerisinde krema
kısmının ortası hala biraz sıvı gibi oluyor (kabı hareket ettirince sallanıyor)
bu normaldir, ancak cheesecake’in piştikten sonra minimum 8 saat dolapta
dinlenip soğuması gerekiyor. Peynir krema katmanı soğudukça ve dinlendikçe
suyunu çekiyor ve ağzınızda eriyen yumuşacık bir form alıyor. Cheesecake’i
mümkünse bir gece önceden yaparsanız çok daha iyi olur. Unutmayın, püf noktası
uzun süre dinlenmesi. Servis ederken üzerine hazır satılan çikolata, karamel ya da böğürtlen sosları ekleyebilirsiniz hepsi ayrı yakışıyor.
Benim bugüne kadar yediğim en güzel cheesecake
oldu, servis ettiğim tüm arkadaşlarım da aynı şekilde bayıldılar eğer pratik
bir o kadar da lezzetli bir cheesecake tarifi arıyorsanız denemenizi mutlaka
öneririm ;)
Her Şeyi Süpürebilirsin, Sonbaharı Süpüremezsin.
“Her şeyi süpürebilirsin; sonbaharı süpüremezsin. Sen her şeyi süpürebilirsin; sonbaharı süpüremezsin.” demiş şair. Sonbaharda sarı yapraklar rüzgarla oradan oraya savrulur, bazense hoyrat bir el tarafından süpürülür durur.
Yedigöller’in yılankavi yolları önümüzde kıvrılırken, Monetvari renk cümbüşünde sarılar, yeşiller, alev alev turuncular içinde kaybolurken, bu dizeleri belki de daha önce önce hiç olmadığı kadar yaşadık. Sonbahar ilk kez ne varsa aklımızda süpürdü. Herkesin hüzünlü bildiği sonbahar, doğanın en güzel renklerini geçirip üstüne, güzelliğinin farkında bir kadın gibi, zarif, narin, bir o kadar da büyüleyici bir gülümseme ile karşıladı bizi.
Biz de bir mabede girer gibi Yedigöller’e attık
adımımızı, usul usul kurumuş yaprakların üzerinden geçerken o kadar sessizdik
ki, yanımızda koşturan bir sincabın sesi bile ürküttü bizi.
Büyük şehirlerde yaşayan insanlar
beton yığınları arasında, soludukları kirli hava ciğerlerine yetmezken
böylesine el değmemiş bir doğayla karşılaşınca en az bizim kadar şaşkın
bakınıyorlardı etraflarına.
Sonbaharı biz böyle güzel ne
gördük, ne yaşadık. Saatler yetmedi daha fazla kalalım her köşesinde daha uzun
vakit geçirelim istedik.
Bir gölün kıyısına geldik ki, su
doğanın suretini ayna gibi yansıtıyor. Mavi gökyüzünün yansıması laciverte
dönmüş, ağaçlar kırılgan kibrit çöpleri gibi narin, yeşili sarısı öyle canlı
güzel ki yetmemiş renkleri suya akmış sanki…
Karşı kıyı gerçek olamayacak kadar
güzel. Hem çok yakın hem uzak, uzansanız dokunacaksınız gibi, bir yandan uzak
güzel bir düş gibi… Gerçekle hayal birbirine karışıyor, tersine dönüyor bildiğiniz renkler.
Ağaçların, gökyüzünü uzaklarda ufacık
bir mavilik kalacak şekilde kapladığını düşünün. Dalların arasından süzülen
güneş ışığında turuncu yapraklar alev alev. Oturup bir banka yapraklarla kaplı
göle, yerlere sonra da gökyüzüne seyre dalarken başka hiçbir şey düşünemez
oluyor insan. Sonbahar süpürüyor içinde ne varsa. Sapsarı pullara bulanıyor her
yanı.
En içli sonbahar şiirleri geliyor
insanın aklına…Nazım Hikmet Ran geliyor;
Itır saksısında artan koku,
Denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...
Sevgilim,
Yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
Belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
Güneşin altında el ele yalınayak koşan
Hayran gözlü çocuklarız...
Denizlerde uğultular
ve işte dolgun bulutları ve akıllı toprağıyla sonbahar...
Sevgilim,
Yaş kemâlini buldu.
Bana öyle gelir ki
Belki bin yıllık bir ömrün macerası geçti başımızdan.
Ama biz hâlâ
Güneşin altında el ele yalınayak koşan
Hayran gözlü çocuklarız...
Sonra Attila İlhan “Adım Sonbahar”ı
fısıldıyor kulağımıza;
Nasıl iş bu
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının
Işık içinde yüzüyor
Neresinden baksan
Gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul
Adım sonbahar.
Her yanına çiçek yağmış
Erik ağacının
Işık içinde yüzüyor
Neresinden baksan
Gözlerin kamaşır
Oysa ben akşam olmuşum
Yapraklarım dökülüyor
Usul usul
Adım sonbahar.
Derken Özdemir Asaf “Yalnızın
Durumları” ile tekrar çıkıyor karşımıza…
Her şeyi süpürebilirsin;
Sonbaharı süpüremezsin.
Sen herşeyi süpürebilirsin;
Sonbaharı süpüremezsin.
Yalnızsa,
Sürekli bir sonbaharı
Süpürür hep...
Düşünemezsin.
Sonbaharı süpüremezsin.
Sen herşeyi süpürebilirsin;
Sonbaharı süpüremezsin.
Yalnızsa,
Sürekli bir sonbaharı
Süpürür hep...
Düşünemezsin.
Hava kararmaya yüz tutarken Can
Yücel “Yaprak Dökümü” ile kapanışı yapıyor;
Sararıp dökülen yapraklardı, adını veren sana sonbahar.
Mevsim dönüp de Tekrar yeşermeye başlayınca çimenler, üzerinde yine çocuklar
koşacak. Onlardan başka kimim var benim.
Sararıp dökülmeden önce kızaran yapraklar ki onlar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Şan verdiler ortalığa bütün bir sonbahar
Mevsim dönüp de yeniden yeşermeğe başlayınca rüzgar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Çıplaklığında o atın yine onlar koşacaklar
O çocuklar
O yapraklar
O şarabi eşkiyalar
Budapeşte'de 3 Gün.
Budapeşte çoğu
insan için Prag ve Viyana turunun 3. ayağı, daha gösterişsiz, daha mütevazi ve
tek başına gidilmesi düşünülmeyen bir şehirdir. Ben biraz da bu sebepten bu
şehri hep biraz daha merak etmiş, hep daha saklı kalan güzelliklerini gidip
kendim bulmak istemişimdir. Bazen bir sokak kenarında açmış lila çiçekler, bazen
bir kilise duvarındaki işlemeler, bazen de geleneksel tatlar size ziyaret
ettiğiniz şehri sevdiren, başkalarının gözünden farklı olarak güzelliklerini
yaşatan detaylar olabilir. Benim gözümden Budapeşte’yi görmek isteyenler için makinem elimde sokaklarında
dolaşırken çektiğim kareleri paylaşıyorum :)
Bazilika’nın
karşısında yer alan şarap evinde bir mola verip akşamüstü, iş çıkışı insanların
koşuşturmalarınız izledik.
Bir masal
kalesini andıran Balıkçı Tabyası’nın sütunları arasından uzaklarda Parlamento
Binası’nı görmek bile başlı başına Budapeşte’yi sevmem için yeterdi.
Serin, güneşli
havada ipi kopmuş uçurtmalar gibi başı boş dolaşmaya başladık.
Rengarenk legolar
gibi iç içe geçmiş kiremitleri ile Matyas kilisesinin çatısı gerçek dışı bir
güzellikteydi. Gül pencerenin önünde durup içine girdik.
Turuncu yeşil işleme
renklerin güzelliği hiçbir kilisede olmadığı kadar etkiledi beni…
Aslanlı bronz
heykelleri siper alarak bu güzelliği fotoğrafladım.
Eski şehrin
sokaklarını keşfe çıkıp kimi zaman tarihi bir çeşmenin, kimi zaman eski
binaların önünde durup tarihi dokunun güzelliğini seyrettik…
Eski şehir, eski adıyla Buda’da dolaşırken
Pest – Buda isimli sevimli restoranda oturduk.
Macar mutfağının son derece
lezzetli olduğunu keşfedip, paprikalı sosu ile tavuğuna hayran kaldık!
Issız, dar bir
sokağın sonuna kadar yürüdük..
Sonbaharın
geldiğini henüz duymamış çiçeklere selam verip yanından geçtik :)
Michelin
yıldızlı bir restoranın önünde durup rezervasyon için şansımızı denedik. Yer
bulamasak da, Alabardos’un masalarına bir göz atıp görsel güzelliği ile
yetindik.
Cafe New York ve Cafe Gerbeaud’un tarihi dokusunda zaman yolculuğuna çıkıp, yılların
yaşanmışlığını içimize çektik…
Bir Macar hediyelik eşya dükkanının renklerine kapılıp dakikalarca vitrinini izledik...
Parlamento
Binası’nı gece Balıkçı Tabyasının sütunları arasından parlayan ışıkları ile
izledik.
Eski şehirde 21
adlı bir restoranda bugüne kadar yediğimiz en güzel ördeği tattık.
Sokaklar iyice
ıssızlaşınca, sadece adımlarımızı duyarak yürürken gözlerimizi kapayıp açınca,
kendimizi 100- 200 yıl öncesinde yaşıyormuş gibi hissettik…
Lordlar Sokağı’nda
yer alan Labirintus adlı doğal yer altı oluşumunda gerçek bir labirentin içerisinde olduğumuzu
hissedip kaybolduk. Sisli mağaraları, daracık koridorları, tavandan akan sıcak
su kaynağı, ıslak mahzenleri ile insanı
ürküten labirentte uzun süre geçirip, bal mumu heykeller ile son ses klasik müzik dinletisinin ortamın
korkunç havasına ne kadar yakıştığını fark ettik…
Szent İstvan
Bazilikası’nın en tepesine çıkıp bulutlara göz kırptık.
Bir salyangozun
kabuğu gibi dönen merdivenlerden başımız dönerek indik…
Parlamento
Binası’nı ziyaret edip, “politika yapan” insanların oturduğu parlak, cilalı
sandalyeleri, şaşaalı işlemeleri, kırmızı halılı koridorları inceledik.
Bir gül gibi külaha
konulan İtalyan dondurmasını yemeye kıyamadık ama sonra erimesin diye yedik :)
Sonbahar güneşi
üzerimizde parlarken Matyas Çeşmesi’nin önünden geçip Kraliyet Sarayı’nı ve Macar Ulusal Galerisi’ni ziyaret ettik…
Asma Köprü’yü
uzaktan görüp parkın içerisinden aşağıya inip, Pest kısmına Tuna nehri üzerinden yürüyerek
geçtik.
Karşımıza çıkan bir kiliseden gelen ilahi sesine kapılıp, inançla söylenen müziği dinlemek için içeri girdik...
Budapeşte'yi adım adım yürüyerek, insanların arasına karışıp yaşayarak, yavaş yavaş sindirip, gün doğumunu, gün batımını izleyip içimize çektik ve tüm güzelliklerini zihnimize kazıdık. Ziyaret edeceklerin de, kimseden etkilenmeden, boş bir sayfaya yazar gibi yaşayıp anılarını biriktirmesini öneriyorum, zira aradan zaman geçip de dönüp bakınca en güzeli bu şekilde oluyor...
Kaydol:
Kayıtlar
(
Atom
)
Blog Hakkında
Giz'li Teras, insanların günlük hayatın yoğunluğu, yorgunluğu, stresi altında birkaç dakikalık da olsa uğrayabilecekleri, şehrin trafiğinden, kalabalığından, gürültüsünden sterilize edilmiş, yükseklerde bulutların arasında bulunan sessiz, huzurlu ama bir o kadarda canlı bir bir mercra olarak yayın yapmaktadır.