Venedik - San Marco Meydanı, Rialto Köprüsü, Grand Kanal, Florian, Harry's.
Yeni bir İtalya gezisi öncesi (evet
yanlış duymadınız yine İtalya’ya gidiyorum, bünyemde bağımlılık yapmış olabilir
:P) Venedik’te yakaladığım kareleri paylaşmak istedim. Öncelikle
izlenimlerimden bahsetmek istiyorum. Hani bazı güzellikler vardır (Eiffel için
de aynısını söylemiştim) her ne kadar bilseniz, resimlerde, filmlerde görseniz
bile kendi gözlerinizle gördüğünüz anda asla gerçek büyüsünü tam olarak
kavrayamamış olduğunuzu hissedersiniz. Venedik de benim için böyle bir şehirdi.
İlk kez ayak bastığım yerlerin sarı sıcak güneş altında keşfetmeyi sevdiğimden
genelde yazın gitmeyi tercih ederim. Venedik bizi önce gri bulutlar, sonra
fırtına ve su baskını ile karşıladı ama o kadar farklı ve şahsına münhasır bir
atmosferi var ki, son gün yüzünü gösteren güneşin altında otururken her
mevsimin bu kente ayrı yakıştığına karar verdim.
Venedik’te San Marco Meydanı’na çok
yakın olan Palace Bonvecchiati adlı otelde kaldık. Odamız ufaktı ama kahvaltı, servis
ve otelin Venedik’i yansıtan havasından çok memnun kaldık. Palace Bonvecchiati
4 yıldızlı olmasına rağmen 5 yıldız lüksüne sahip bir otel, odada sizin için
her detayın düşünülmüş olmasına sundukları kaliteye hayran kalıyorsunuz.
Venedik’te hiç durmamacasına yağan
yağmur, soğuk ve fırtına bizi yıldıramadı. Sürekli ters çevrilen
şemsiyelerimizi siper ederek saatlerce yürüyüp şehrin içinde gönlümüzce
kaybolduk. Neler mi yaptık? Öncelikle suların yükseleceği söylentisine aldırış etmediğimiz için 2. Gün tüm sokaklarda neredeyse diz boyu suların içinde kaldığımız için her dükkanda satılan yağmur çizmelerinden aldık :)
Daracık kanalları birbirine
bağlayan sayısız köprüden geçtik, suya inşa edilmiş evlerin Venedik'e özgü mimarisine hayranlıkla baktık
:)
Venedik deyince maskesiz olur mu?
:) hediyelik eşya dükkanlarında çeşit çeşit maskeleri inceledik.
Magnetler aldık.
Gözümüze çarpan bu atlıkarınca
müzik kutularının müziğine kendimizi bıraktık.
Dört mevsimi yaşadığımız Venedik’te
Chiesa Vidal Venezia’da klasik müzik konserine giderek “Four Seasons”ı
dinledik.
Yağmurun durmasıyla heyecanla
beklediğimiz gondol turunu gerçekleştirdik :)
Bize İtalyanca şarkılar söyleyen
gondolcumuzun eşliğinde sularda süzülerek kanalları geçtik.
Gondolumuzdaki küçük melek
figürlerini yanımıza almak istedik :p
Hemingway’in izinden Roma, Paris’ten
sonra Venedik’te de “Harry’s”e gittik. Tarihe açılan bu kapıdan içeriye girince
müthiş manzarası olan muazzam bir yerde bulduk kendimizi. Hemingway’in
yazılarına ilham oluşundaki haklılığı yaşayarak anladık. En güzel füme somon ve
ravioli’yi burada yedik, bellini’lerimizi keyifle tokuşturduk.
Bir şehri kuşbakışı seyretmenin keyfini Paris ve Prag’da yaşadığımız için San Marco Meydanı’ndaki kuleye tırmanarak etrafımızı uzun uzun inceledik.
Dükler Sarayı’nı gezdik. Her odanın
kendisine özgü ihtişamlı tasarımı, her biri birer sanat eseri niteliğinde
eşyaları, işlemeleri karşısında kalakaldık.
Dünya’nın en eski kafesi olan “Florian”a
gittik. Nefes alan bir sanat eseri olan Florian’da içimizi ısıtmak için sıcak
çikolatalarımızı yudumlarken beyaz fraklı garsonların taşıdığı gümüş tepsilerin
havada uçar gibi gidişini biraz şaşkınlık, biraz da hayranlıkla izledik :)
Birçok klasiğin ilk basımlarının
bulunduğu bu kitapçıda günler saatler, günler hatta aylar geçirmek istedik :)
Vitrinine yapışıp kaldık, Oz Büyücüsü’nün ilk basımına el sürsem Dorothy ile o
kasırganın içinden geçip Büyücü’nün dünyasına adım atacak gibi hissettim.
Akşamüzeri havaalanına doğru yol
almadan önce büyük kanala son bir kez yürüyerek güneşin bulutların arasından
süzülüşünü izledik.
Deniz taksisi bizi havaalanana
götürürken Venedik’e veda olarak gri pembe tonlarında son birkaç kare daha çektik.
Güneşin batışı ile bizim için bir tatil daha sona ermiş oldu.