Bazen insan ulaşabileceği kadar
yakın duran güzelliklerin farkında olmadan yaşıyor. Farklı bir şehirde ziyaret
etse unutamayıp defalarca gitmek isteyeceği yerler yaşadığı şehirde iken
farkında bile olmayabiliyor. İşte ben de Sultanahmet’e her gidişimde bu şekilde
hissediyorum. Aslında hepimizin günlük hayatın stresi ve yoğunluğu içinde bir
nefes alıp, farklı bir diyara gözlerimizi açabileceğimiz bir yer olmasına
karşın gözümüzde sadece turistlerin gideceği bir yer Sultanahmet. Son
zamanlarda Muhteşem Yüzyıl’ın saraya olan ilgiyi arttırdığı kesin, ancak saray
dışında da o kadar farklı ve keşfedilmeyi bekleyen otantik mekanlar var ki, her
gidişimde tanıdık sokaklarına bir kez daha aşık olup kendimi bulduğum, yine her
seferinde gözüme bambaşka gelen sokaklarında bir o kadar da ilk defa ziyaret
eden bir yabancı gibi yürüdüğüm bir yer burası.
Yeşil Ev’in bahçesine çok defalar
gitmiştik ancak daha önce hiç burada kalmamıştık. Bu sefer Sevgililer Günü'nde şık bir yerde yemek yemek ya da şehir dışına çıkmak
yerine şehrin içinde en sevdiğimiz yerde geçirmek istedik bu günü. 19.yy’ın
sonlarında dönemin maliye bakanının konağı olan 40 odalı Yeşil Ev zaman
durmuşçasına aynı yüzyıla açılan bir kapı gibi duruyordu önümüzde. Sultanahmet
sokakları mevsim ne olursa olsun kalabalıktır ancak o gün bastıran yağmur ile
birlikte sokakta kimseler kalmamıştı. Geniş şemsiyemizin altında ıssız
sokaklarda yürürken ara sıra geçen arabalar yerine faytonlar görsek bundan 200
yıl öncesine döndüğümüze kolaylıkla inanabilirdik…
Konaktan içeri adımınızı atar atmaz
o yaşanmışlığı tüm duyularınızla hissediyorsunuz. Bundan 150 yıl önce o konakta
birçok insanın bir arada yaşadığını, az sonra oturacağınız koltukta oturup
insanın içine huzur ve ferahlık veren bahçeye doğru bakıp düşüncelere daldığını
düşününce ister istemez zamandan bağımsız bir ortaklık kuruyorsunuz geçmiş
yaşamlar ile.
Yeşil Ev, o dönemden kalma yegane yerlerden birisi olarak hala
nefes alan ve misafirlerine de itina ile eski İstanbul’u yaşatan bir sığınak.
Yeşil Ev için aklıma gelen ve
duygularımı tamamı ile ifade eden iki sözcük; zaman geçirmeyen olurdu. Odanıza
çekilip kapınızı kapattığınızda günlük hayatta zihninize saldıran tüm o düşünceler
dışarıda kalıyor. Duvar kağıtlarının ince zerafeti içinize işlerken, kumrulu
abajurdan size uzanan mutlulukla zamanında bu odada yaşayan insanlarım hayatını
canlandırmaya çalışıyorsunuz zihninizde.
Elinize kitabınızı alıp uzanırken o
sakinlik içerisinde kendi iç sesinizden ve de sokakta sakince kaldırımlara
düşen yağmurdan başka bir şey duymamak uzun zamandır ihtiyacım olan dinginliği
yaşattı bana.
Ertesi sabah güne yemek salonunda
mükemmel bir kahvaltı ile başlayıp uzun zamandır Ayasoyfa ve Topkapı Sarayı’na
gitmeye karar verdik.
Yeşil Ev'e veda edip Ayasofya'nın yolunu tuttuk. Yapının tarihe meydan okuyan 1500 yıllık kubbesi
altında hayranlık ve saygı ile durduk.
Bizans kraliçelerinin locasında fotoğraf çektik :)
Bir zamanlar kilise, sonra cami
bugünse inanan herkesin evi olan kutsal yapıda dua ettik.
Ayasofya’dan çıkınca saat 16.00’da
kapanacağını bildiğimiz için hızlıca Topkapı Sarayı’na doğru yollandık. Burada
farklı sergileri ziyaret edip gösterişten uzak bir güzelliğe sahip yapıları
inceledik. Bir banka oturup gözlerim bahçedeki rengarenk çiçeklerle ağaçların
arasında gidip gelirken düşüncelerim çook derinlere daldı.
Daha sonra sarayda yer alan Konyalı’da
öğle yemeği yemeye karar verdik. Önden gelen saray şerbeti enfes tatların bizi
beklediğinin habercisi oldu adeta. Hiç abartısız hayatımda yediğim en güzel
yoğurtlu kebap idi. Manzara, ortamın güzelliği ve de müthiş tatlar bir araya
gelince her şeyden uzak, duyularımızı sadece görüp tattığımız güzelliklere
odaklayabildiğimiz çok keyifli bir haftasonu geçirmiş olduk.
Kabak tatlısının
da enfes bir lezzette olduğunu söylememe gerek var mı? :)
Üstüne manzaraya karşı keyif
kahvelerimizi de içtikten sonra dönüş yoluna geçtik.
Bizim için şehrin içinde
ama hayatın tekdüze akıntısının dışında bir haftasonu oldu. Dilerim siz de bir
haftasonunuzu eski İstanbul’u daha iyi tanımaya ayırır bu müthiş tatları bir
kez keşfettikten sonra bizim gibi müdavimi olursunuz… ;)
Son fotoğrafa özellikle bayıldım Gizemcim ne keyifli bir haftasonu olmuş! Lisansta ben de bir proje için o civarda pek çok otel gezmiştim gerçekten bambaşka!
YanıtlaSilÇok teşekkürler tatlım :) O tarafların yeri bizim için her zaman ayrı oldu ve olacak ;)
SilMaillerimi toparlayıp simdi gelebildim bahçene Giz.. Uzun zamandır aklımda olan ama düğünden sonra yapılacaklar listesine eklediğim bir olayı yapmışsınız. Sehirde turist gibi gezmek ne güzeldir, ne başka bi histir ben de birebir yasamak istiyorum bir an evvel. Yeşil evi duymuştum, bu güzel karelerin canlısını görmek için can atıyorum sayende.
YanıtlaSilDilerim en kısa zamanda gidersin tatlım :) ne iyi ettin geldin bahçem seninle daha da güzelleşti canım benim. Gittiğinde benim için de selam edersin değil mi oralara? ;)
SilNe kadar güzel bir haftasonu bu böyle, tarihe ve tarihi şeylere benim de çok ilgim vardır o nedenle okurken ben de yaşadım sanki o anları:) Yeşil ev keşfedileceklerin arasında yer aldı..
YanıtlaSilBeğenmenize çok sevindim, en kısa zamanda gidip kendinizin de bu güzellikleri keşfetmeniz dileğiyle ;)
SilYaşamın her anını öyle güzel değerlendiriyorsunuz ki, hakkını veriyorsunuz kesinlikle.. Muazzam bir hafta sonu olmuş. Adeta tarihte yolculuk yaptım sayende güzelliğim. Yesil evin mimarisi, iç dizaynı da kusursuz.
YanıtlaSilÇok teşekkürler bi tanem güzel sözlerin için :) Ne mutlu bana seni böylesine bir geziye çıkarabildiysem. Sırada Çanakkale var biliyorsun değil mi? Planımız 1 Mayıs tatilinde gelmek inşallah. Bakalım bildiğin yerleri benim gözümden görünce nasıl hisseceksin? ;)
SilEn sevdigim sey ; istanbulda her zaman turist gibi dolasmak...
YanıtlaSilO zaman içinde yaşadığımız yer daha da güzelleşmiyor mu? :)
SilGüzel bir hafta sonu olmuş. Ben de geçtiğimiz hafta sonu Ayasofya'daydım hatta blogumda bu görkemli yapıyı detaylı olarak paylaştım :)
YanıtlaSilAyasofya zamana meydan okuyan mucizevi bir yapı bence, blogunuzda bu yazıya en kısa zamanda göz atacağım ;)
Sil