Black Swan




Filmin vizyona girmesinden çok önce başlayan Black Swan fırtınası hala devam ediyor. Öncesinde gelen rüzgarlardan filmin kuvvetini hissedip (etkisinin çok daha farklı olduğunu düşündüğüm için) sinemada izlemeye inat ettiğim filme geçen hafta gidebildim. Bazı eserler vardır, yaşadıktan sonra tam etkisini hissedebilmek için özümsemeniz gerekir. Black Swan’ın zihnimde bıraktığı tat bu şekilde oldu. Bu sebepten birkaç gün yazmak için bekledim.



İlk sahnesinden itibaren karşı konulmaz bir şekilde izleyeni içine çeken Black Swan tartışmasız bu senenin en iyi filmiydi. IMDB’de de top 250’de üst sıralarda göreceğimize inandığım sanatsal eserin yönetmeni Darren Aronofsky. Oyunculuklara gelince, Natalie Portman’ın kusursuz, abartısız ve etkileyici edimlerle canlandırdığı Nina beyazperdeden dışarı taşan, nefes alan bir karakter. Nasıl ki Leon, Jean Renau’dan bağımsız bir karakterse, Natalie Portman’ın gördüğüm en iyi performansı olmasına rağmen Nina da artık kendi başına canlı bir karakterdir.



İlk sahnenin perdeye düşüşü, müziğin pürüzsüz, yumuşak tınısında Nina’nın düşsel hareketlerle salınımı ilahi güzellikte bir başlangıç olarak kazındı belleğime. Gördüğü düşten Nina ile birlikte uyandım. Yatağın içinde rüyasını annesine anlatan çocuksu, genç kız naifliğinde Nina’nın geceliği pembe idi (buraya dikkat).





Hırslı ve düzgün çalışan bir balerin olan Nina’nın kariyerinde ihtiyacı olan atağı yapabilmesi için Kuğu Gölü’nde başrol alması hayati önem taşır. Bale topluluğunun başında yer alan Thomas, Nina’yı bu rol için seçer. Onun beyaz kuğuyu kusursuz olarak oynayabileceğini bilmektedir peki ya siyah kuğuyu? Nina tüm varlığı ile beyaz kuğudur. Hala bir çocuk gibi annesinin sözünden çıkamaması, sindirilmesi, kırılgan duruşu, hatta kıyafetleri bile beyaz kuğudur. Film boyunca pembe, beyaz en fazla gri kıyafetler giyen Nina tek son sahnede siyah giyer.


Thomas’nın da deyişiyle Nina siyah kuğuyu da beyaz kuğu kadar başarılı canlandırabilmesi için içindeki karanlığı ortaya çıkarmalıdır. Kendisini rahat bırakmalı, kusursuzluğun kontrollü hareketlerindense kusurlu ve doğal hareketlerle dans etmelidir. Burada irdelenmesi gereken filmde beyaz ve siyahın iyi ve kötüyü temsil etmesi kime ve neye göredir? En baştan beri beyaz ve pembe giyen, annesinin sözünden çıkmayan, hayata dair şehvet ve tutku gibi duygulardan arınmış, robotik, aseksüel ve kusursuzluk obsesif Nina iyi midir?





Aynı şekilde ilk gördüğümüz sahnede üzerinde siyah bir palto olan ve film boyunca da koyu renklerde göze çarpan başına buyruk, şehvetli,hayatı kusurlu ama doğal (Nina ve Lily’nin güzellikleri bile aynı şekilde bence) yaşayan Lily kötü müdür? Arada bu kadar keskin bir fark var mıdır, yoksa bu iki kavram birbiri ile iç içe mi geçmiştir? Nina günden güne kararırken adı Lilith’den gelen Lily git gide daha da aydınlık, ve hatta son sahnede kapısına gelip Nina’yı kutlayacak kadar beyazdır. Asıl erdem hangisidir, siyah olmak mı beyaz mı yoksa Deep’in de dediği gibi siyahı bilerek beyaz kalabilmek midir? Sonuçta Nina kötülüğü bilmeden beyaz kalabilmiştir, Lily ise kötüyü bilerek yaşanmışlığın içinden iyi olmayı seçmiştir. Adem ve Havva yasak elmayı ısırana kadar zaten saftılar, asıl ilk günahı tattıktan sonra saf kalabilme onlar için bir sınav olmuş ve dünyaya bu şekilde gönderilmişlerdir. Yaratılıştan beri süregelen ikilem burada da kendini göstermektedir.



Kariyerinde yükseliş yaşayamamış (bunun için de kızını suçlamaktadır) sert, acımasız, kontrol hastası bir kadın olan annesi yüzünden yıllarca bastırılmış, boyunduruk altında yaşamış Nina beyaz ve siyah arasındaki ince dengeyi bulamaz. Hem siyah hem beyaz olamadan günden güne kararır. Burada Nina’nın geçirdiği dönüşüm çok güzel çizilmiştir. Siyah kuğu seçilince anında moda girip karakter değiştiren, patronu ile yatan biri olsaydı film basit ve havada kalırdı. Oysa Nina yavaş yavaş aklını yitirirken beyazlığını da kaybeder. Annesine karşı gelen, arkadaşlarıyla geç saatlere kadar gezen, dilerse uyuşturucu alabilen biridir artık o. Rolünü kusursuz canlandırabilmek o kadar büyük bir obsesyon halini almıştır ki gördüğü sanrılarda aslında kendisi ile savaştığını fark etmez.



Bu arada Nina bale grubunda Kuğu Gölü için başrole seçilmeden önce de aslında huzurlu bir beyazlık içinde yaşamamaktadır. İlk sahnede uyandıktan sonra ısınırken arkasında bir gölgenin hızlıca geçtiğini görürüz. Annesinin kalıba soktuğu, bir kukla gibi ipleriyle oynadığı Nina bu kurallara uymuştur ancak küçük yaşlardan beri içinde bastırılmış öfke, nefret biriktirmiştir. Bunu da ruhsal acısını bastırmak için kendisine farkında olmadan fiziksel acı yaşatması ile görürüz. Uykusunda kendisini tırmalamaktadır. Bu dışta bastırdığı öfkesinin dışa vurumu, içsel sesinin çığlığıdır. Kuğu Gölü'ndeki rolü Nina için tetikleyici olmuştur. Birikmiş selin baraj kapağını yıkması gibi Nina'nın içindeki sınırlar, kalıplar, kurallar tek tek yıkılmıştır.



Filmle ilgili gördüğüm tek mantık hatası Kuğu Gölü'nün oynandığı sahnede her perde arasında zaman çok kısıtlı olmasına rağmen Nina’nın ağır ağır makyajını kendisinin yapıyor olmasıydı. Artistik makyaj gerektiren siyah kuğu makyajını, aklını tamamen yitirmiş halde birisinin yapması çok da inandırıcı gelmedi. Bir de son sahnede bembeyaz kıyafetinin içinde en ufak bir kan lekesi olmadan sonuna kadar devam edip insanların dikkatini düşerken çekmesiydi. Onun dışında senaryonun işlenişi, oyunculuklar (Natalie Portman'ın oyunculuğunun yanında dans performansı da nefes kesiciydi), özel efektler (bknz. Nina ile Lily'nin sevişme sahnesinde Lily'nin dövmesinin kanatlanması, Nina'nın Siyah Kuğu performansında kanatlarının çıkması) muhteşemdi. Ayrıca o karanlık hava nerde gerçek nerde hayal belli olmayan sanrılar, Nina’nın cinselliğe açlığı, annesinin katı baskıcılığının satır aralarına gizlenmesi harika örülmüştü. Abartıdan uzak çizilmiş bir drama olması da çok başarılı idi.




Psikoz yaşayan biri filmlerde bir şekilde betimlenir ancak "Black Swan"da  Nina’nın gitgide yiten akıl sağlığını seyirci de resmen yaşıyordu. Geçişler keskin değildi, kızımız adım adım o karanlığa çekildi ve siyah kuğu dönüşümünü tamamladığı anda kendi ile savaşı sona erdi ve öldü. Beyaz ve siyah arasındaki uç Nina’nın ipek tenini kesti.




Bu yazımdan önce Deep’in yazdığı müthiş Black Swan postunu okumuştum ve kendisine aşağıdaki soruyu yönelttim:

“Sence nedir deep kötü olan?
Hayatı keşfe çıkan, içinden geldiği gibi asi hareket eden siyah kuğu mu olmaktır yoksa mükemmele ulaşma çabasında robotik, aseksüel, sindirilmiş beyaz kuğu mu olmaktır? En çok buna takıldım filmi izlerken...”

Deep'in cevabı:

Bazılarımız masum kalır ve işini iyi yapar. Bazılarımız herşeyi yaşar, gezer tozar, Hemingway gibi, Anais nin gibi. Bilemeyiz ki. Ben, siyahlığı bilerek beyaz kalma taraftarıyım. Bence masumluk ve beyazlık, siyahlıktan çok daha zor ve gizemli. Siyahlığı tanımak, öğrenmek iyi, ama siyahlaşmamak şartıyla. Ben insanın kirlenmeden yaşayabileceğine inanıyorum.

Gelelim masumiyete. Tabi ki, robotik ve android olmak gerekmiyor. Günümüzde birçok sporcu ve sanatçı böle yetişiyor ama. Makine gibi. Belki severek belki zorla bilemeyiz. Sonradan sıkıntıya girenler var girmeyenler var. İdil Biret, Suna Kan, Fazıl Say, Bedri Baykam, örneğin, böle yetiştiler ve iyiler. Ama çocukluğunu yaşayamayıp sonradan kötü olanlar da var. Sanıyorum. Bunlar göreceli. Kişiye göre değişir. Filmde simgesel bu.
İkisi de ne kötü ne iyi. Kötüyü keşfetmek için, uyuşturucu, içki ve çeşitli seks deneyimleri yaşamak doğru mu ki. bilemeyiz. Bak kötülük denince demek ki bunlar anlaşılıyor. insanın, yaratması için uyuşturucu alması gerekmez. Sarhoş olması da. Tanımadığı insanlarla yatması da. Yani sanırım.”




Sanat eseri niteliğindeki film hakkında konuşurken ortaya çıkan tartışma çok hoşumuza gitti. Tartışmaya katılmak isteyenler yorum yazabilir, böylece ortak ya da farklı düşüncelerden çok güzel bir yere varabiliriz. Ya da varmayız ama fikirler belirtilirken ortaya çıkan şeylerin keyfini yaşarız. Yorum yazmadan önce Deep'in de Black Swan postunu mutlaka okuyun. Hala görmediyseniz de bu filmi lütfen görün.



CONVERSATION

8 comments:

  1. kuzu filmi izlemedim ama anlatıkların bende merak uyandırdı.deep 'e yapılan yorumlara baktımda bi hayli beğeni toplamış.
    buarada Giz'mm senden feci güzel sinema eleştirmeni olur.
    görüşlerin hep yerli yerinde yapıyosun ve ilgi çekici düzeyde bizlere aktarıyosun.
    buna bayılıyorum:*

    YanıtlaSil
  2. bu yazına gelcem yine.

    ama bak diyet yazımı bi daha okusana.
    enerji artışı oluyor. açıklıyor simay zaten. aksine güç artışı oluyor.

    YanıtlaSil
  3. filmin otopsisini yapmışsın. bravo.

    bence, kirlenmeden masum kalmak çok iyidir. :) ama bilerek, öğrenerek. içselleştirmeden.

    YanıtlaSil
  4. Story'm canım benim çok çok teşekkürler :))) ne güzel, içten bir yorum bu mutlandıım beybiim:)))

    Deep bu diyet günün birinde bana da lazım olabilir aldım hafızaya :)

    Film izlendikten sonra analizle uzuun uzuuun düşünülecek bir yapıdaydı düşününce bunlar çıktı :) Kirlenmeden masum kalmak, kirlenmeyi bilmeden masum kalmaksa bu yine elmayı yemeden günahsız kalmaktır. Ama kirlenip elmanın tadını bilerek masum kalabilmek daha zordur ve erdemlidir.

    YanıtlaSil
  5. peki kirlenip masum kalalım o zaman :)

    YanıtlaSil
  6. İlle kapkara olmayalım ama ucundan kıyısından kirlenmenin de nasıl bir şey olduğunu bilelim :) sonra bilinçli bir şekilde masumiyeti seçelim.

    YanıtlaSil
  7. yorumunu çok beğendim. her sözüne katılıyorum, muhteşem bir filmdi.
    ben de postunu yaptım ama filmden döner dönmez, daha duygu patlaması devam ederken!! :D

    dvd'si çıkar çıkmaz alınacak, arşive konulacak, nokta.

    ah bu arada, 50mm forever! ;)

    YanıtlaSil
  8. Wear duygu patlaması devam ederkenki yorum da bir başka güzeldir hemen okuyacağım :)) Black Swan'ın bluray'ini bekliyorum!

    50 mm'm bozuldu :( depresyondayım! ://

    YanıtlaSil