Yan cepheden ışık alan loş, ufacık bir odadaydılar. En fazla 15 kişi vardı. Herkes tek kişilik sıralara oturmuştu. Ortalarda bir yerdeydi. Çok dikkat çekmemek için süslenmemiş özensiz giyinmişti, ne de olsa kültürel bir ortamdı içinde bulunduğu. Onu diğerlerinden görsünler istemiyordu. Kayıtsız durmaya çalışan Yağmur çantasından çıkardığı defteri açıp kıvrılan sağ üst köşeye günün tarihini attı. Tuttuğu kalemi sinirli sinirli salladığını fark edince parmaklarını gevşetirken yavaşça etrafına bakındı. Önünde oturan kız, yüzünün yarısını kaplayan kemik çerçeveli gözlüğüyle bilmiş bilmiş ona bakıyordu. Bir ara bakışlarını önünde duran kitaba değdirip tekrar ona baktı. “Bunu ben yazdım” der gibiydi mağrur bakan çökük gözleri. “İyi halt ettin” diye karşılık verdi tek kaşını yukarı kaldırarak. Bozmamaya çalıştığı sinirini derin bir nefes alarak yatıştırdı ve yanında oturanlara göz gezdirdi. Yağlı, uzun saçları siyah bir tokayla toplanmış esmer bir erkek sağında, turuncu gür lüleleri omuzlarına dökülmüş iri burunlu çilli bir kız da solunda oturuyordu. Onların da önünde kağıt yığınları vardı. “Kendi yazdıkları mı acaba?” diye düşünmeden edemedi. “Hay Allah” dedi kendi kendine “Herkes hazırlıklı galiba…”. Arkasına dönecek cesareti kalmamıştı. Ufaldığı sandalyesinde sağ elini alnına dayayıp başını önüne eğdi. Sayfaları boş, yandan vuran ışıkta bembeyaz parlayan deftere bakıyordu. Boş, bomboş sayfalar. Gözü sağ üst köşedeki tarihe ilişince siniri oynadı iyice, gülmesi geldi. Yanlış yerde miydi acaba? Burasının yaratıcı yazarlık kursu olması gerekiyordu, yazmak isteyip de yol yordam bilmeyenlerin yaratıcılıklarını geliştirecekleri bir yer. Görünen o ki herkes zaten az çok yazardı. Canı sıkıldı iyice, yüzü düştü.
Önemli bir sınavda kopya çeker gibi, alnını dayadığı eliyle siperlediği bakışlarını sağına ve soluna bir daha gezdirdi. Amacı komşularının kağıt yığınlarına bakmaktı, hırsız gibi. Yanındaki kızın önündeki tomar erkeğinkine oranla daha cılızdı. Cama döner gibi yavaşça başını çevirince kızla göz göze geldi, beriki pek konuşmak niyetinde değildi. Yüzsüzlüğü ele alıp gülümseyerek “Merhaba” dedi, kız isteksiz karşılık verdi. Yüzündeki kibirli ifade, ben bilirim edalarında baygın bakışları, Yağmur’u tüm iyi niyeti ve sevecenliğini yitirmeye zorluyordu. “Çok da meraklıyım seninle konuşmaya” diye geçirdi içinden, gerili sinirlerindeki ok fırladı birden, kızın yüzüne iri düşen, üzeri çillerle kaplı burnuna dikti gözlerini, nefretle. Savunmaya geçmişti. İnce bir dengeydi kurduğu. Masanın üzerindeki vazoya sürekli vuruyorlardı düşmesini ister gibi. Oysa güzel kokularını saçsın diye itinayla yerleştirmişti Çin işi porselen vazoyu, çiçekleriyle. Kafasıyla beraber vücudunu da sola çevirdi sonra. Esmer çocuk siyah, boğazlı bir kazak giymişti. Yerinde kıpırdandıkça ağır bir koku salıyordu etrafa. Garip bir esmerlikteydi. Kafasında sevimli bir giriş cümlesi hazırlamaya çalışıyordu. “Sizin orada sular kesik mi acaba?” ya da “Merhaba, Hintli misiniz yoksa?” ilk aklına gelenlerdi. Son darbenin etkisindeki vazo hala sallanıyordu. Gülmemek için dudaklarını ısırıyor, sivri tırnaklarını etine batırarak dikkatini dağıtmaya çalışıyordu. “Kurs gerçekten yaratıcılığı tetikliyor” diye geçirdi içinden. En olmadık anlarda olduğu gibi yine başlayan gülme krizini bastırmak için başını öne eğip boş sayfaya odaklanmaya çalıştı. Nafile. Bir kere bozulmuştu siniri, bu sefer iki elini de alnına koyup yüzünü kapamaya çalışıyor oturduğu yerde sarsıla sarsıla gülerken yanındaki bilmişlerin küçümser bir hayretle onu izlediğini bakmadan görebiliyordu. Birkaç dakika sonra sakinleşmişti, gözlerinden gelen yaşları silip ciddi bir ifade takınarak tahtaya dikti gözlerini. Olan olmuştu işte, vazo onca sarsılmanın ardından gürültüyle yere düşmüş bin parça olmuştu. Odada görünmezdi şu anda. Bakışlar ondan uzağa çevrilmiş, kararlı bir tavırla görmezden geliyordu herkes onu. Arka çaprazında oturduğunu sesin gelişinden anlayan Yağmur önündeki çökük mavi gözlü kızın arkasına dönmüş sesin sahibiyle neşeli konuşmasını hayretle izliyordu. “Hangi dergide yazıyorum demiştiniz?” derken sesindeki yapmacık sevimlilik ve riya Yağmur’a çarpıp içinden geçiyordu. Görünmez olmuştu bir kere. Kız arkaya bakarken bakışları tam Yağmur’a denk geliyordu ancak kafasını çevirme zahmetini bile göstermiyordu. Apaçık varlığı hiçe indirgenmişti. Havadaki toz zerrecikleri kadar değersiz, umursanmaz ve görünmezdi. Kırılan vazo parçalarının üzerinde tepinme zamanı gelmişti şimdi. Amaç sırçalara ayırmaktı, toz halinde ufalamaktı kırıkları. Kapıdan yeni giren çekik gözlü tatar gibi bir çocuk sol önünde yer alan boş bir sandalyeye oturdu. Kalabalık sabırsızlanmaya başlamıştı, herkes öğreticinin bir an önce gelmesini istiyordu, kendilerini göstermenin dayanılmaz istencini dizginleyemiyorlardı. Aralarında konuşmaya başlayanlar yüksek sesle başarılarını anlatırken, konuşmaya katılmak istemeyen diğerleri önlerinde duran tomarlardan birkaç sayfayı kaldırmış okur gibi yapıyordu, muhatap olmak istemiyorlardı kimseyle, gardların almışlardı. Yeni gelen çocuk içinde ve dışında olanların dengesini tutturmaya çalışan Yağmur’u şaşkın ve savunmasız görünce sohbet etmek için usulca, Yağmur’a göre sinsice, yanaştı. “Merhaba ben Cihan” derken vazo kırıklarına basmakta olduğunun farkında değildi. Çekik gözleri sırıtırken iyice kısılan çocuğa bakarken “Artık çok geç.. geç kaldın Cengiz Han” demek istedi. Tepkisiz bir soğuklukta, mesafeli durmaya çalışıyordu ki çocuk pervasızca, yüksek perdeden kendini anlatmaya devam etti; “25 yaşındayım, Türk dili ve edebiyatı okudum, şimdi de yüksek lisans yapıyorum”, onay bekler gibi bir an duraksayınca “Yarışmacı arkadaşlarına başarılar da diliyor musun peki?” demek üzere buldu kendini Yağmur. Kelimeler kapalı dudaklarına çarpıp geri döküldü içine. “Hmm.. ne güzel” diyebildi kaşları yarı çatılı. Beklediği onayı alan çocuk dudaklarını büzerek anlatmaya devam etti, “Saygıdeğer bir üne sahip okulumun dergisinde yazıyorum, öğrenciler arası kültür derneğinin de başkan yardımcısıyım”. Çocuğun nefesindeki çürük yumurta kokusu yüzüne vuruyor, cevap bekler bakışları yüzünde, hızlı hızlı solurken daha yoğun hissediyordu ılık nefesini. Kendini tutamayıp “Oo bu arada ben de mühendisim, arıtım mühendisi. Kanalizasyon, çöplük çalışma sahalarım ve sanırım doğru yerdeyim yanımdaki çocuktan işe başlamam gerekiyor, korkma sırada sen varsın” diyerek sağ gözünü kırptı. Çocuk yuvalarından fırlayan gözlerindeki şaşkın bakışla hayretten tıkanmış konuşamazken Yağmur “Ne yapalım gerçekler acıdır” diyordu gözlerini süzerek. Bakan gözleri tekrar görmeye başladığında çocuğun hala cevap beklemekte olduğunu gördü. Kibar bir tavırla “Başarılarınızı tebrik ederim, benim edebi bir altyapım yok amatör olarak ilgileniyorum edebiyatla” dedi. Çocuğun değişen bakışlarında kendisini artık bir rakip olarak görmediğini okudu. Sabit gözlerinde “Hadi dön önüne artık istediğin cevabı aldın” sinyalleri yollarken yanındakilerin de dinledikleri konuşma sonucu belli belirsiz kıvançla kabarmakta olduğunu gördü. “Nereden düştüm buraya.. Ah hep benim suçum zaten” diye ağlamaklı, kendini yemeye başlamıştı ki kapının sertçe kapanmasıyla yerinden sıçradı. İçeriye giren gri saçlı, orta yaşlı adam kısa, çevik adımlarla kürsüye doğru ilerledi ve genzini temizleyerek “Hoş geldiniz” dedi “Bugün burada siz yazar adaylarıyla birlikte olmaktan çok mutluyum” .
“Bana da mı dedi acaba?” diye düşündü. Epi topu 2- 3 tane hikaye yazmıştı, yazar adayı falan değildi o. olsa olsa yazmaya hevesli, edebiyata ilgi duyan biri olabilirdi. Yazar adayı olmak başkaydı, ciddi karalamalar gerekliydi bunun için. Adam konuşurken kapıyla cam arasında seğirtiyor, güneşe uzanan çiçekler gibi başları ileriye uzanmış yazar adayları hipnotik bir dikkatle dinlerken Yağmur bir türlü kafasını veremiyordu. Bu odayı sevmemişti, camları, masaları, sandalyeleri, kızlı erkekli tüm yazar adaylarını, gri saçlı edebi liderlerini de sevmemişti. Kısaca bu kursu sevmemişti Yağmur. Oturduğu sandalye bile batıyordu sanki kaba etlerine, kürsünün arkasındaki kara tahta, kara bir delik gibi düşüncelerini içine çekiyor, insanların sessizliğinde nefes almalar (kesik kesik diyaframdan, gürültülü burundan ya da ciğerden derin nefes sesleri bir orkestra gibi çınlıyordu kulağında), kağıda sürtünen kalemlerin hışırtısı, birinin midesinden gelen acı bir guruldama, adamın zamanı kesen pürüzsüz sesi boş bir tuvalde karmaşık renkler gibi gözünü, kulağını, varlığını yoruyordu.
Daldığı düşüncelerden gri saçlı adamın, “Evet, şimdi basit bir çalışma yapacağız sizinle, herkes deneysel olarak ilk aklına gelenleri kağıda dökecek ve bir saatlik sürenin sonunda bu çalışmalar okunacak” demesiyle uyandı. Yanındaki turuncu saçlı cadı “İşte bunu bekliyordum” der gibi sevinçle kalemine uzanıp kabarık saçlarını kulaklarının arkasına atarak önündeki sayfalara eğildi. Sağındaki kokan çocuk gözleri yarı kapalı besbelli bir şeyler kurguluyordu. “Hiç gelmemeliydim buraya” diye düşündü “Ne işim varsa..”. Etrafına tekrar göz gezdirince durumun ciddiyetinin farkına vardı, ne olursa olsun bir kere gelmişti ve yakınmayı bırakıp yazmaya başlaması gerekiyordu. Birkaç dakika başı önünde dağınık düşüncelerini toparlamak için çabaladı. Ne yazacaktı şimdi, ne yazabilirdi ki? Önündeki kız harıl harıl yazmaya başlamıştı, kalemi kanatlı gibi adeta kağıdının üzerinde uçuyordu. Yanındakiler de ilk paragraflarını yarılamışlardı. İnsanlara bakmamaya karar verdi, herkes farklıydı sonuçta, motivasyon kırıntılarını da bu şekilde dağıtmamalıydı. Başı önünde gümüş gibi parlayan sayfaya bakarken zihninin aynasını görür gibi oldu. Nihai boşluk. Süt durusu beyazlık yenilginin bayrağı gibi uzanıyordu önünde.
Çekingen, usulca elini kaldırdı. Gri saçlı adam bir sincap çevikliğinde Yağmur’a doğru hamledip “Efendim” dedi. Nasıl başlayacağını bilmiyordu, ilk kelime çıksa ağzından gerisi kolaydı. Planını yapmıştı. Bir çırpıda konuşup sandalyesinin arkasına astığı montunu ve çantasını kapıp gidecekti. Arkasından ne derlerse desinler (yeter ki gülmesinler) şu an umursayacak durumda değildi. Suskunluğundan sabırsızlanmaya başlayan adam “Buyrun...” dedi başını savururken beklediğini gösteren bir ifadeyle. Sesli bir şekilde yutkunan Yağmur “Şey...” dedi, “Bende baskı altında yazamama sendromu var”. Cümlesinin sonuna koyduğu görünmez noktadan sonra düğmeye basmış gibi herkes aynı anda eğildiği sırasından başını kaldırıp kahkahalarla gülmeye başladı. “Komik olan neydi?” Ayrı bir kültürden, dilden, dinden gelmiş biri gibi yabancı, anlamıyordu etrafındakileri. Sükunetle bakınırken gri sincabın da dahil olduğu kalabalığın sarsılarak gülmekte olduğunu gördü. Önündeki çökük mavi gözlü kızın çarpık dişleri gözüne batıyordu, solundaki siyah saçlı, siyah kazaklı, siyah tenli oğlan intikam alır gibi adice gülerken, kıpırdandıkça kesik rüzgarlarla burnuna vuran kokusu genzini yakıyordu, solundaki turuncu cadı gevşek hareketlerle ellerini sallıyor yapmacık kahkahaları dinmek bilmiyordu. ‘”Buraya kadar” dedi Yağmur, un ufak olmuş vazonun tozlarını savururken havaya. Sağ elinde tuttuğu kalemi hızla önündeki çarpık dişli kızın omzuna saplarken solundaki kızın kıvırcık saçlarını eline dolayıp çekiyor kahkahaları feryada dönen kızlar tüm güçleriyle bağrınırken sağındaki oğlana “Seni pis kokarca” diye haykıran Yağmur çılgınca kahkahalarla gülüyordu. Hayretten donakalmış kalabalığa “Şimdi buna gülün hadi” der gibi pervasız ve mağrur bakıyordu. İliklerine kadar işlemiş haz bedeninden taşarken kapalı gözlerini araladı ve herkesin yazmakta olduğunu, yanındakilerin 2. Paragraflarını bitirdiğini gördü.
Kararlı, çevirdi yüzünü camdan süzülen donuk ışığa. Karşı binanın pencerelerinden birine takıldı zihni. Yansımasından tüm sınıfı, öğreticiyi, kendisini görebiliyordu. Bakışları yansımasıyla karşılaşınca bir şeyler filizlendi belleğinde. Mutlu bir ifadeyle "Buldum" dedi ve şeytani bir gülümsemeyle yazmaya başladı: "Yan cepheden ışık alan loş, ufacık bir odadaydılar. En fazla 15 kişi vardı..."
Hiç durmadan yazdı da yazdı, sağ eline ağrı oturdu yine durmadı.
Yazması bitince derin bir nefes aldı. Bileğindeki saat verilen vaktin henüz dolmadığını söylüyordu. Yazdıklarına şöyle bir baktıktan sonra başlığını atıp dosyasını topladı. Sessizce paltosunu giyip çantasını omzuna aldı, satırlarla dolu sayfaları sırasının üzerinde bırakarak kapıdan usulca çıkıp gitti.
Giz 2009
Giz'im döktürmüs:)
YanıtlaSilHeh Rory'm oldu bayağı yazalı paylaşasım geldi :)
YanıtlaSilGiz'mm, gerçekten çok güzel yazmışsın.ellerine sağlık<3
YanıtlaSildaha çok görmek isteriz böyle yazılarını:))
Tesekkur ederim Story'm begenmene sevindim :)) daha sik koyacagim bundan sonra canim ;)
YanıtlaSilevet çok iyiydi,daha fazla yazmalısın ya da paylaşmalısın...
YanıtlaSilBeğenin için teşekkürler Buket'cim :) Dediğim gibi edebiyata duyduğum ilgiyi yansıttığım yazılarımı paylaşımım artacak.
YanıtlaSilolleyyyy:))<3
YanıtlaSilStory'm :)) :*
YanıtlaSil