Bulantıyla Karışık Bunaltı




Bulunduğu masadan kapıyla arasındaki mesafeye baktı. En fazla yirmi adım vardı, ayakkabılarımı elime alırsam daha hızlı koşarım diye düşündü. Arkasındaki cam açık olmasına rağmen nefes alamadığını hissediyordu, ciğerlerinde bir balon gittikçe şişiyor, uyuşmaya başlayan elleri, kararan gözleriyle içinden buradan hemen kaçmalıyım diyordu. Florasan lambanın teninde bıraktığı metalimsi ışık, yavaş çekimdeki hareketlerini siyah beyaz fotoğraf kareleri gibi anlık görüntülerle hafızasına kaydediyordu. Etrafındaki sesler gitgide susuyor kalp atışlarının gürültüsünü kulaklarında hissediyordu. Geçecek, dedi kendi kendine, kapat gözlerini ve içinden ona kadar say. Yeni başlamıştı ki mor elbisesiyle sekreter kadın kapıda göründü, gülümseyen dudaklarından okuduğu kadarıyla bir şeyler istiyordu. Yanına yaklaşınca sigorta evrakları için doğum tarihini sorduğunu anladı, zihni allak bullaktı. Şu an için anımsayamıyorum ama biraz beklerseniz ölüm tarihimi öğreneceksiniz, demek istedi, espri anlayışını kaybetmemesine güldü sonra. Gülümsemeyi üzerine alan mor elbiseli sekreter kağıdı önüne uzatıp, gün, ay, yıl?, dedi. Ağzının içinde cevabı gevelerken, lavaboya gitmem lazım, diyerek ayağa kalktı ve  ince topuklu ayakkabılarının üzerinde durmaya çalışarak kapıya doğru birkaç adım attı. İyi misiniz?, diye arkasından seslenen mor kadına dönerek; iyiyim, sağolun midem bulanıyor biraz diyebildi. Konuşurken kadının yüzüne değil, ağzına, ayrık dişlerine, dudaklarının kenarındaki derin çizgilere bakıyordu. Kapıdan çıkarken  telefonları bağlamaya gelecek olan elektrikçinin yukarı çıkmış olduğunu fark etti. Adamın ter kokusu girişi doldurmuştu. Yanında getirdiği yanık çırağı ile ofiste bilir kişi edasıyla bir oraya bir buraya dolanıp duruyordu. Çizgili tişört, dar bir pantolon ve çorap üstü terlik giyen bodur çırak gevşek gevşek sakız çiğniyordu. Elektrikçinin şakaklarından damlayan ter midesini bulandırdı. Oda insan kokuyordu. Tozlu, terli, yağlı insan eti. Canını tuvalete zor attı, kapıyı kilitleyip  lavabonun aynasına baktı. Akan makyajı ve kanlı gözleriyle ofisten çok, bir korku filmi setine ait olduğunu düşündü. Aynadaki görüntüsü hala sallanıyor ve kalp atışları kulaklarında uğulduyordu. Uzun ve boğucu kabuslardan uyanınca nasıl ki gerçekliğini karıştırır ve hala uykuda olup olmadığını bilemezse insan, o halde aklı bulanık, uyanmayı diledi. Ayakta durmakta zorlanıyordu, ayakkabının bantları parmaklarını kesmişti. Aynaya bakmaya devam ederek musluğu açtı. Akan soğuk suyu yüzüne çarparken canını acıtan ayakkabılarını sırayla ayağından fırlattı. Makyajı iyice akmış, gözlerinin etrafında buğulu, siyah halkalar oluşmuştu. Kapının kilidini çevirirken, tüm suç ayakkabılarımdaymış, diye düşündü, neşesi yerine gelmişti adeta. Çıplak ayaklarıyla taşlara basarak mutfağa girdi ve fokurdayan çaydan almak üzere kendisine dolaptan bir bardak çıkardı. O esnada içeri giren patronuna, Ooo İhsan Bey hoşgeldiniz, çay ister miydiniz?, derken gözlerinde delice bir ifadeyle  gülümsüyordu. İşe yeni giren kızın akan makyajına ve çıplak ayaklarına şaşkınlıkla bakan adam, olur, diyebildi, cevap vermiş olmak için. Kız, bugün hava çok güzel değil mi?, derken hala gülümsüyor bir yandan da kendisininkinin yanına koyduğu bardağa çay dolduruyordu. Şekerlikten elleriyle aldığı iki şekeri de içine atıp kaşığı bardağın kenarlarına çarparak karıştırdıktan sonra, buyrun, afiyet olsun, diyerek çayı adama uzattı. Bir şeyler söylemeye niyetli olduğu duruşundan belli olan adam dudaklarını aralamıştı ki, kız çok sakin ama kararlı bir şekilde, hala gülümseyerek, iyi günler İhsan Bey, bugün hava çok güzel ve ben çayımı içtikten sonra bir daha dönmemek üzere kapıdan çıkıp gideceğim, şimdiden hoşça kalın, dedikten sonra elinde çayıyla yürümeye başladı. Çıplak ayaklarıyla mutfağın taşlarından, holün halısına adımını atarken gürültülü bir şekilde çayını yudumluyor ve iri gözlerle kendisine bakmakta olan insanları umursamıyordu.

                                                                                                                                                                            Giz 2009

CONVERSATION

0 comments:

Yorum Gönder