Diane Arbus- Tuhaf bir fotoğrafçı



1923 yılında varlıklı bir Yahudi ailenin çocuğu olarak dünyaya gelen Diane Arbus’un babası David Nemerov Rus bir göçmen, annesi Gertrude ise Fifth Avenue’da yer alan Russek Kürk Dükkanı’nın sahiplerinin kızıydı. Evliliklerinden sonra kürk dükkanını büyük bir mağaza haline çeviren David aralarında Diane’in (di-en olarak okunuyor) de bulunduğu üç kızını Central Park’ın batısından Park Avenue’daki apartmanlarında yetiştirdi. Diane’in hayatı boyunca yaşayacağı depresyonun kökenine bakıldığında zor dönemlerini anlatırken: “ Her türlü zorlayıcı koşuldan muaf olarak büyüdüm. Acı çektiğim şeylerden biri de hiçbir zaman güç koşulları hissetmemiş olmak ve  gerçek dışı gelen bir ortamda yetişmiş olmaktı.” Varlıklı bir ailede büyümek karmaşık bir durumdu. Diane’nin mesafeli ailesi, sürekli çalışan babası ve bunalımda olan annesi ona olduğundan daha az sevildiği hissini veriyordu.

                       (Diane ve kızı Doon)
13 yaşındayken babasının dükkanında çalışan Allan Arbus ile tanışan Diane 18 yaşında evlenerek kocası ile birlikte moda fotoğrafçılığı yapmıştır. Diane’in sanat yönetmenliği ve Allan’ın kadrajı ile çekilen fotoğrafları ortak olarak yayınlamışlardır. Doon ve Yolanda isimli iki kızları olan çift 1959 yılında ayrılmış, 1969’da da boşanmıştır. Eşiyle ayrılmadan önce sanat yönetmenliğinden ayrılıp fotoğraf çekmeye başlayan Diane 60’lı yıllarda Esquire ve Harper’s Bazaar’da yayınlanan “farklı” fotoğrafları ile ün kazanmıştır. Tuhaf ve gizli bir iç karartıcılığı olan fotoğraflarındaki özneleri bulmak için onları evine kadar takip eden, onlarla konuşan ve saatlerini harcayan Diane onların toplumda taktıkları maskenin ardındakini çekmeye çalışmıştır. Neredeyse her fotoğrafı çekilen kişi en doğal halinde gözünü kırpmaksızın makineye bakarak o kareyi algılayan kişiden bir çeşit özel anlayış beklemektedir.



İnsanlar tarafından “freak” (ucube) olarak görülen bu kimselerin görünenin ardındaki yüzlerini objektifinden yansıtan Diane Arbus, “freak photographer” (ucube fotoğrafçısı) olaran ünlenmiştir. Hayatı boyunca tuhaf insanları aramasının sebebi diğer insanlar tarafından dışsal olarak normal görünmesine karşın kendisini içsel olarak hep tuhaf, değişik hissetmesi ve bu insanların içinde sakladıkları maskesiz, gizli yüzü ortaya çıkarma isteği olmuştur. Fotoğraflarındaki insanlar poz vermekten çok varoluşlarının temelindeki görünüşü ortaya çıkararak, fotoğrafı çekenle işbirliği içinde, en doğal hallerini sergilemişlerdir.





Arbus’un çektiği fotoğrafların günümüzde dahi insanları etkilemesinin sebebi yakalanan görselliğin hala çok hayret verici, acayip ve endişe verici oluşunun yanı sıra, bu marjinalliğin reklam ve sinemaların ortak malı haline gelmesidir. “Shining” filmindeki ikizler Arbus’un “İdentical Twins” adlı karesinden esinlenilerek yaratılmıştır.




Dönüp bakıldığında akla gelen bir diğer soru da bu insanlar neden Arbus’un kendilerini fotoğraflamasına izin vermiştir? Neden bir travesti Arbus’un kendisini evine kadar takip etmesine izin verip o dönemde sapkın olarak görülmesine karşın kendisini açığa çıkartmasına izin vermiştir? Neden kurumlar kendi bakımları altında olan engelli insanlara ulaşmasına izin vermiş ya da çıplaklar kampına girebilmiştir? Arbus bu insanları fotoğraflamıştır çünkü beyanına göre kendisi bu insanlarla ilgilenmiştir başka kimse değil.




En ünlü eserleri arasında “Tıpatıp İkizler”, “Yahudi bir dev” ve “Oyuncak el bombası taşıyan çocuk” yer almaktadır.







Arbus; “ Ucubeler en çok fotoğrafladığım kişiler olmuştur çünkü ilk fotoğrafını çektiğim şeyler onlardı ve benim için muhteşem bir heyecan kaynağı olmuşlardı. Onlara tapardım. Hala da bazılarına tapıyorum. En yakın arkadaşlarım onlar demiyorum ama bena utanç, korku ve hayranlık karışımı bir duygu verirlerdi. Bir çok insan yaşarken travmatik bir tecrübe yaşayacaklarına dair ödleri kopar. Ucubeler kendi travmaları ile doğduklarından hayattaki sınavlarını zaten geçmişlerdir. Onlar aristokratlardır.” Diyerek ucubelere bakışını belirtmiştir.


1971 yılında, 48 yaşında hap alarak ve bileklerini keserek intihar eden Diane’in çalışmaları Modern Sanatlar Müzesi tarafından sergilenmiş ve o zamana dek en çok ziyaret edilen sergi olmuştur. Kızı Doon Arbus ve Marvin Israel’in düzenlediği monografi en çok satmış sanat kitapları arasına girmiştir.




Nicole Kidman (Diane Arbus) ve Robert Downey Junior’ın (Lionel Sweeney) başrolde olduğu “The Fur” adlı filmde Diane Arbus’un hayatı, gelgitleri, içinde bulunduğu ruh hali ve ucubelere duyduğu aşk ( hypertrichosis sendromuna sahip tüm vücudu ve yüzü tüylerle kaplı Lionel ile) başarılı bir şekilde beyazperdeye aktarılmıştır. Filminden etkilenerek araştırdığım Diane Arbus beni de tuhaf bir şekilde etkiledi. Toplumda dışlanan ve anormal görünen bir adama aşık olan, dıştan her şey normal gözükürken içsel yaşadığı anomaliyi gizleyemeyen bir kadın olan Arbus’un hayatını merak ediyorsanız bu filmi izleyin. Sahnelerin çekimi, kameranın kullandığı filtre sizi Diane’in tuhaf dünyasına çekerken freaklerin dünyasına da farklı bir gözle bakabilirsiniz…


CONVERSATION

12 comments:

  1. fotogtaf kareleri gerçektende çok ilginç..sanatta bu olsa gerek farklılık yaratmakta..

    YanıtlaSil
  2. Benim de çok tuhafıma gitmişti siyah süt, neden demiştim bir insn bu kareleri çeker? Neden çekmesin dedim daha sonra, eğer Diane Arbus çekmeseydi bu insanları kimse bilemeyecekti. Tarih içinde kaybolup gideceklerdi. İyi ki de çekmiş diyorum şimdi...

    YanıtlaSil
  3. Rory'm haklısın korkmakta babym. Ben de ürktüm, yaklaşamazdım bile sanırım bu insanlara bu kadar. Ama herkes korkup, ürktüğü için toplumun dışına itilmiş bu insanlar. İlk kez Diane Arbus ile insanların dikkatini birey olarak çekmişler...

    YanıtlaSil
  4. kişi seçimleri ve çektiği fotoğraflar ürkütücüymüş kuzu:s
    sevilesi değil:/
    ama hikayesi dikkat çekici.
    yeni birşey daha öğrendim.bu beni çok mutlu etti:**

    YanıtlaSil
  5. ilginç.
    Paylaşım için tşk.

    YanıtlaSil
  6. Story'm beğenmene sevindim kuzu, bende de tedirginlikle karışık bir ilgi uyandırmıştı.
    ayy mutlu olmuş baby'm :))

    Spiderweb rica ederim, bloguma hoşgeldin :))

    YanıtlaSil
  7. the fur filmini yıllar önce izlemiş ve çok etkilenmiştim ama itiraf edeyim gerçek bir hikayeden esinlenildiğini bilmiyordum.

    fotoğraflar çok çarpıcı gerçekten.

    YanıtlaSil
  8. D.Arbus' a bayılırım,süperdir..

    YanıtlaSil
  9. Wear, ben de bilmiyordum google'da filmi araştırırken şansa öğrendim canım :) filmdeki aşk da çok dokunaklıydı. Fotoğraflardaki o tuhaflığın somut simgesi gibi.

    Buket'cim sana katılıyorumm, gerçekten süper çünkü farklı ve kimsenin yapmadığı bir şeyi yapacak cesarete sahip bir kadın D. Arbus.

    YanıtlaSil
  10. bir defterim var,okuduklarımı bazen not ederim.bugün ona bakarken Arbus'ın bir sözünü beğenip yazmışım.sanada yazıyorum.
    '' Yolda birisini görürsünüz,asıl dikkatinizi çeken şey hatadır'' der..

    YanıtlaSil
  11. Buket'cim o kadar güzel bir sözmüş ki. Hep hatayı görüyor insanoğlu, gördüğünde de belli ediyor karşısındakine. Fizikselliğin ötesine geçemiyoruz ne yazık ki.. Neden günlük hayatta sıradan denilebilcek insanları hatırlamazken Arbus'un fotoğraf karelerindeki gibi bir insanı aklımızdan çıkaramıyoruz?

    YanıtlaSil