Derinlerde Bir Yerde



Ormanda bir kadın çamura bulanmış çıplak ayaklarıyla yürüyor. Bastıkça  çatırdayan kuru sonbahar dalları içi boşalan hayallerinin sesini bastırıyor. Beyaz uzun bir elbise giydiği... Etekleri yere sürünüyor. Ağaçların halka oluşturduğu, meydanlık, kasvetli bir yerde duruyor, başı öne eğik.  Sarı saçları yüzünü kapatıyor. Ağır bir yükü taşır gibi taşıyor yazgısını omuzlarında. Dağınık saçlı bir adam saklanıyor çarpık bir ağacın arkasında, merak ve şaşkınlık gözlerinden okunan. Görünmez adımlarla kıza doğru yürüyor. Yaklaştıkça yanına kız daha da başını eğiyor, kıpırdamadan öylece duruyor. Rüzgar kederli bir şarkıya başlıyor. Uzansa dokunacak kadar yakınına varınca etrafa sıkınıtılı bir ağırlık yayılıyor, koşup kaçmak istese de adam taş kesiyor. Kadın, nadir açan bir tomurcuğun narin hareketleriyle başını kaldırıyor. Aralanan gözlerinde hüzün var. Binlerce yaprağın yerden kalkan silüetleri yansırken göz bebeklerinden, adam  o hüznün derinliğine hapsoluyor. Kızgınlık değil kıvrımlarından okunan, kırgınlık sadece. Sıcak bir şefkatle bakan gözlerindeki hayal kırıklığı kahredici. Keşke suçlasa o bakışlar, lanet okusa, kızsa diyor. Tek kelime etmiyor kadın, sessizliğin duruluğunda bakışı, duruşu konuşuyor. Yüzleşemediği duygular akıyor adamın o bakışlardan, kadının taşıdığı ağırlık ona geçiyor. Dayanamıyor,devamını görmeden gitmek istiyor. Gözleri gözlerine kilitli suçluluk duygusuna hapsolmuşken, kadının alnından ince kırmızı damlalar akıyor. Adamın korkudan yüreği buz kesiyor. Kadının şefkatli gözleri nemleniyor, yine de bakışlarındaki saf hüzünde kızgınlık zerresi bulundurmuyor. Damlalar irileşip yol yol akmaya başlıyor. Adam bağırmak, suçu olmadığını haykırmak istiyor, sesi çıkmıyor. Dudağı oynamıyor. Kadının bakışları mengeneye almış ruhunu sıkıyor da sıkıyor. Yük çok ağır, taşıyamıyor. Bağırmak istiyor. Bağıramıyor. Soluğu kesilmiş çırpınırken anlamsız hırıltıları ani bir haykırışa dönüşüyor ve sıçrayarak gözlerini açıyor.

Odasında.

Rüyadan gerçeğe uyanan zihni bulanık. Yüzünden süzülen ter damlaları odaya mı ait ormana mı anlayamıyor, korkuyla silerken alnını sokaktan odaya süzülen ışıkta damlaların rengine bakıyor. Kırmızı değil. Suyun altında uzun süre kalıp boğulmadan saniyeler önce yüzeye çıkmış gibi derin bir nefes alıyor.
Sabaha kadar uyku tutmuyor, kapadığı gözleri tetikte aynı rüyaya dalmaktan korkuyor. Yanında uyuyan karısına sırtını dönmüş  yatarken, kadının bakışlarını hatırladıkça akan yaşlardan yastığı ıslanıyor. Eski kasetlerin bantları gibi geri sarmak istiyor zamanı. Yapamadığını yapmak için. Ne kadar suçum yok dese de karşı konulmaz bir ızdırap girdabının  içine çekiliyor.
Sabah ezanıyla uyanan karısı yataktan usulca kalkıyor. Açık gözlerini kapıyor Erkan, uyur gibi yapıyor. Karısının hareketlerinde bir yumuşaklık var, ılımlı, sakin. Önce yan odanın kapısını açıp dinliyor, sonra lavaboda soğuk suyu yüzüne çarpıp dirsekleriyle yıkamaya devam ediyor. Kocası ve bebeği için dua ediyor. Çayı koyuyor mutfakta, uyanan bebeğini besliyor. Erkan yattığı yerden ezbere, seslerinden tanıyor yaptıklarını. Kahvaltıyı hazırlayıp onu uyandırmaya gelecek az sonra, biliyor.
İyi bir kadın karısı. Her şeyden önce namuslu bir kadın, Zeynep. Henüz yirmisinde. İki sene önce evlenmiş, on aylık bir bebeği var. Mutlu. Ev işi, yemek, çarşı işi hepsi geliyor elinden. İdareli kadın, ay sonunu getirdiği gibi arttırıyor da üstüne kimi zaman. Polis kocasıyla gurur duyuyor, büyük şehirde de yaşamış, görmüş geçirmiş bir adam ne de olsa. Evine ailesine bağlı, içkisi kumarı yok. Daha ne isteyebilir ki Zeynep.  Arada dalıp gidiyor Erkan’ı uzaklara, gözleri baksa da görmüyor onu. Sormak istiyor,cesaret edemiyor kadın aklıyla kocasının işlerine karışmaya.
Erkan uyumadığı uykusundan uyanır gibi yapıyor. Davranışlarında bir değişiklik yok,yüzü ifadesiz sadece. Evden çıkarken ‘Bir isteğin var mı’ diyor karısına. ‘Canının sağlığı’ diyor karısı. Formasının yakasını düzeltirken ‘Haydi git sağlıcakla’ diyor Zeynep, silahını kılıfına yerleştiren Erkan gidiyor arkasına bakmadan. ‘Allahaısmarladık’.
Ayna kırıklarından bakıyor hatıralara, karmakarışık parçalar birleşmeyi bekliyor. Kırık dökük harflerle bir isim yazılı. Sedef. Yıllar önce büyük şehirde yaşarken, daha toy bir polisken Erkan, sarışın, çocuk yüzlü bir kadın yaklaşıyor yanına. ‘Memur bey bakar mısınız, şu adres nerde biliyor musunuz acaba?’. Kalabalık meydanda devriye gezen Erkan da yabancısı oraların ama yarım yamalak tarif ediyor yardım etmiş olmak için. Kadına beğeniyle bakıyor. Tarif ederken eli değiyor koluna, içi bir hoş oluyor. Kadın güler yüzle teşekkür ediyor. Arkasından bakıyor giderken, beyaz bir pantolon giymiş üzerinde uçuk mavi bir bluz vücudunu saran. Amma güzel kadın diye geçiriyor içinden.
Sedef güzelliğinin ışıltılarını saçarken, tezgahtar olarak işe başlayacağı mağazanın yerini güç bela buluyor. Kocası geçen sene ölünce trafik kazasında üç yaşındaki kızıyla yalnız kalıyor hayatta. Tutunmak için çabalıyor. Dul bir kadın artık o. Eskiden saygıyla selam verenler şimdi dudaklarının kenarında arsız bir gülümsemeyle sırıtıyorlar. Hayatta ne gelir insanın başına bilinmez diyor, kaderine sığınıyor. Başı boş hissediyor kendini, sahipsiz. Dönmek istemiyor doğduğu yere, ailesinin yanına sığınıp kalmak, bir yerde yenilmek anlamına geliyor hayata. İş çıkışı tüm gün ayakta durmaktan yorulmuş ağrıyan bilekleri sızlarken dolmuşlara doğru yürüyor. Komşuya bıraktığı kızı var aklında. Sabahki polis  bıraktığı yerde duruyor, bir şey söyleyecek duruşundan belli. Kıvranıyor. Tam yanından geçerken utana sıkıla, ‘Yanlış anlamayın ama’ diyor, ‘Bir çay içer misiniz benimle?. Genç bir adam, saflığı konuşmasından belli, niyeti bozuk değil. ‘Olur’ diyor hafifçe gülümseyerek. Sevdaya benzer bir şey karıncalanan kasıklarında, bir kelebeğin kanatlarına atan kalbinde okunuyor. Polis arabasına biniyor, sonu gelmeyen bir yol ayrımına saptığını bilmeden.
Günler geçiyor, haftalar, aylar. Birlikte yaşıyor Sedef’le Erkan. Aralarında az bir yaş farkı var, aldırmıyorlar. Şehre geleli beri daha az hatırlar oluyor köyünün adetlerini Erkan. Yaşadıklarının adı yok. Doğduğu yere göre kendinden büyük, dul, çocuklu bir kadınla dost hayatı sürüyor. Büyük şehirde ise, sevdiği kadınla mutlu, birlikte yaşıyor, kızına babalık ediyor. Güzel, arzu dolu bir kadın Sedef. Kimi zamansa uysal, şefkatli bir anne. Hiç tatmadığı duygularla doluyor tinsel, cinsel olarak. Durumu ailesine açmaya karar veriyor. Bir haftasonu atlayıp otobüse memleketine gidiyor. ‘Onun suçu mu dul kalmak’ diyor. ‘Kader, kaza’. Annesi yasta. ‘Bugünler için mü büyüttüm ben seni, ele dul karı aldı mı dedirteceksin’ diyor da başka bir şey demiyor. Babası suskun, üzük gözlerle bakıyor oğluna uğursuz bir felakete kurban gitmiş gibi. Baktılar vazgeçiremiyorlar Erkan’ı amcasını çağırıyorlar. Ufak tefek bilmiş bir adam amcası. ‘Evlenmen şart mı canım, yaşa hevesin geçene kadar sonra bildiğini okursun’ diyor. Bildiğimizi okuruz anlamına geliyor bu. ‘Gerçek aşkı buldum, hiç mi önemi yok bunun’ demek istiyor, sözcükler boğazında şişiyor. Yüzündeki kıvrımlara yerleşen canlılıkta, saf bakışlı gözlerinde çakan kıvılcımlarda saklanan sevdayı gören gözler anlayabilir, kör kargalar gibi gagalarken Erkan’ı anlamıyorlar. İçinde kalan son umut damlalarını da kapıdan çıkarken anasının ‘Hakkımı helal etmem ona göre, sütümü helal etmem’ diye ağlamasıyla yitiriyor Erkan. Yitik umutlarıyla biniyor otobüse. Başını yasladığı camdan buğulu gözlerle bakarken dışarı ne söyleyeceğini düşünüyor Sedef’e. Döküyor kurşunları kalıba. Bir kuş sürüsü kalkıyor uzaktan, ölünün başından kalkar gibi, hepsinin ağzında bir parça et.
Sedef hiç olmadığı kadar mutlu, pudra pembesi bir elbise giymiş, sıra sıra dizilmiş inci bir kolye var boynunda. Sarı saçları çıplak omuzlarını örtüyor. Heyecanla bekliyor Erkan’ı, içi içine sığmıyor. Erkan sahipleniyor onları, kızına babalık ediyor. Seviyor Erkan’ı. Saflığını en çok da. Bozulmamışlığını. Kalbinin temizliğini yüzüne her bakışında görüyor. Ölen kocasından daha hoş tutuyor Sedef’i. Bir dediğini iki etmiyor. Nikaha gün alırız dönünce deyişini hatırlıyor. Sofra hazır, kızı yerde yüzü koyun uzanmış resim yapıyor boya kalemleriyle. O da bekliyor sabırsızlıkla, baba bildiği Erkan’ı. Yaptığı resmi gösterecek. Kırmızı üçgen çatılı bir ev. Sarı kapısı, turuncu duvarlarıyla yanıyor gibi gözüküyor.
Siyah asfalt kayarken otobüsün tekerlekleri altında, yudum yudum cesaret biriktiriyor Erkan. ‘Dönüşü yok’ diyor kendi kendine. Yumuşak gelgitler, suları çekilen sığ karaya vuruyor aklındakini. Otobüs duruyor, söylemek zamanı geliyor. Evin önünde durup anahtarı deliğe sokmadan son bir kez daha yokluyor içini. Geri dönülmez bir yola çoktan girmiş bile. Kapıyı çalmadan, kendisi açıyor. Sedef’le göz göze geliyorlar. Sessiz uzun cümleler kuruluyor aralarında.
Gözleri ‘Bitti’ diyor, dudakları ‘Gidiyorum’.
Hiç görmediği kadar kararlı bakıyor Erkan. Saf çocuk gözleri gitmiş, iki tane demir bilye var yerlerinde. Tek kelime etmiyor Sedef. Suya yakılan bir ağıt gibi acının dalgaları halka halka yayılıyor yüreğinde. Arkasındaki komodinin en üst çekmecesine uzanıyor. Kilidini çevirip açıyor. Uzun parmakları usulca çekip çıkarıyor kara ölümü yattığı yerden.
Uysal bakışlarında zerre kızgınlık yok. Düş kırıklığı, yitirdiği umutları, hüzün var sadece.
Kapı hala aralık.
Sıkıca tuttuğu ölümü dayayıp sağ şakağına, yavaşça çekiyor tetiği Sedef.
Her şey birdenbire oluyor. Silahı elinde, alnında, sonra yerde gören Erkan yetişemiyor. Sarı saçları bulanırken kızıl kana yanına koşup tuttuğu inci kolye avucunda dağılıyor. Yere düşerken Sedef beyaz incileri saçılıyor etrafa. Annesi önüne yığılan küçük kızın resim defteri kırmızıya boyanıyor. Sıcak kanı akıyor önüne, gölleniyor Sedef’in başı etrafında. İnanmayan gözlerle bakan çocuk çığlıklarla ağlamaya başlıyor. Sarı, ipek saçlarına dokunuyor annesinin. Uyandırmak ister gibi. Ağlaması susmadan okşuyor kırmızısı eline bulaşan telleri.
Erkan avucunda sımsıkı tuttuğu incilerle kaskatı duruyor. Kulakları başka bir diyardan gelen seslere açılmış gibi sağır, hiçbir şey duymuyor. Sesi duyup aralık kapıdan giren komşular, ağlayan çocuk, yerde yatan canı çekilmiş beden artık ona çok uzak. ‘Helal süt emmiş bir kız alırız sana’. Konuşan annesi. ‘El değmemiş kız oğlan kız alırız hem de’. Ekliyor babası. ‘Hevesini al, sonrasını düşünürüz’. Amcasının bilmiş, boğuk sesi. Sıktığı avucuna kan oturuyor, dudakları dikili hece çıkmıyor arasından.
Takip eden günlerde soruşturma, meslekten uzaklaştırma derken memleketine tayinini istiyor, boğuyor artık onu bu şehir, duramıyor. İyi bir evlat olduğu için başkaldırmıyor ailesine, isyan etmiyor. Senesi dolmadan onların bulduğu temiz bir kızla evleniyor, işe gidiyor eve geliyor, bebeği oluyor. Görünüşte her şey normal. Sıradan, rutin bir düzene ayak uyduruyor. Yıllar önce başlayan ve hala bitmeyen bir yası tutan kırık gözlerle bakıyor hayata.
Koyu gökyüzünde yıldızların elmas gibi parladığı gecelerde üşüyor Erkan. Dinmeyen bir ağrı bastırırken göğsünün kafesine uyumak istiyor. Uyuduğu uykuda da gördüğü aynı kabus. Uyanmak istiyor.
Yalnızlığın gölgesine sığınmış kalbi kırık bir adamken, toplumun saygı duyduğu, mutlu, kendine güvenen bir kocayı oynuyor hayata. Sarı saçları omuzlarına dökülmüş inci kolyeli kadını hatıralarından silemiyor, alnından akan kanların kırmızıya boyadığı yüzünü getirmemeye çalışıyor aklına. Yaşamı sessizce akıp giderken hüznün kıyısında sesini kendisinin bile duyamayacağı kadar derinlere bastırdığı pişmanlığı, canlı gömülen biri gibi yumrukluyor kalbini. Düşen bir çocuğu sakinleştirir gibi yok bir şeyin diyor kendisine, dallanıp budaklanmasın diye içinde bu acı. Ne kadar saklamak istese de biliyor ki derinlerde bir yerde canı yanıyor, Sedef’in kurşunuyla ruhunda açılan boşluk bir daha dolmuyor.
                                                                                                   Giz 2008
                                                                                                                                            

CONVERSATION

1 comments:

  1. canım,,içinde aşk olan herşey beni benden alır...
    Hele ki bu aşk yaşanmışsa...

    Hikayen hayal gücünün eseri olsa bile bende yaşanmışlık kadar etki bıraktı emin ol...

    Ayrıca edebi dilin çok yalın ve çok akıcı...

    sevgiyle kal...

    YanıtlaSil