Lastik Kırmızı Top


 
Yorgun, ılık bir akşamüstü. Güneş, gölgenin değmediği sokak taşlarını kavuruyor adeta. İnsanlar sokaklara dökülmüş serinlemek için. Parklar, çay bahçeleri dolu, oysa denizden esip tepelere vuran rüzgar hala ılık. Birbirine yapışık eğreti evlerin çevrelediği  sokak kambur, daracık. Bir eskici iterken el arabasını alnından damlayan ter sokağa düşüyor, havada buharlaşır gibi, düşer düşmez yok oluyor.  Balkonlarda yaşlılar, evden çıkmaya üşenmişler sıcakta, çaresiz bir parça ferahlamak için canlarını iki sandalyelik yerlere atmışlar. Balkonlardan birinde beyaz, tüllü etekliği olan bir kafes içinde bir muhabbet kuşu, mavi, irice. Güzel değil, ama sevimli. Kanatlarını çırpıyor anlamsız, kafesini açıp denize süzülecekmiş  gibi. Yaşlı, tombul bir kadın elinde plastik bir tas ve patates dolu naylon bir poşetle, sandalyesine kuruluyor kuşunun yanından geçip. Körleşmeye yüz tutmuş bıçağıyla soyarken patatesleri, bir yandan sokağı süzüyor, bir yandan  muhabbet kuşuyla konuşuyor. Yalnız insanların bir cana muhtaç, dertleşmeye hasret dokunaklı bir halleri vardır, eskiden sadece besledikleri birer canlı olan hayvanlarını en yakınları, dert ortakları olarak görür onlarla bir bağ kurarlar zamanla.  Yaşlı kadının çocuğu olmuş kafesteki iri kuş, anlatıyor da anlatıyor eğilerek kafesin üzerine. Kuş da kuyruğunu ve kafasını sallıyor karşılık verir gibi.
Arabaların iki sıra halinde uzandığı dar sokakta birkaç çocuk yolu kapamış top koşturuyor, elleri yüzleri kirli, üstleri başları terli. Beyaz top ayakkabıları silgi karası olmuş. Sıcağa rağmen usanmıyorlar, yorulmuyorlar oynamaktan. Onlara tepeden bakan beyaz bıyıklı, saçları seyrek başka bir yaşlı dalıp gitmiş, oyuna mı, anılarına mı bilinmez. Kambur sokağın başı dört yol ağzı, sonu denizi görüyor.  Denizin üstü sıcaktan buğulu, güneş karşı tepelere doğru yollanıyor. Vapurlar akşamüzeri seferlerinde sarıya boyanmış, bacalarından tüten duman da deniz gibi buğulu. Suya dalıp parlak tüylerini ıslatan martıların çığlıkları sokaktan duyuluyor. Genç bir kadının topuk sesleri eski kaldırımda çınlıyor. Beyaz bıyıklı dede yan gözle, çocuklar bir çala, meraklı teyzeler apaçık süzüyorlar kızı, buralı olmadığı besbelli. Boğucu sıcakta bir anlık heyecan duyuyorlar, alışılagelmişin dışında bir yabancının güzelliğine. Eski bir sokak burası, geleni gideni, yaşayanı belli. Topuk seslerinin uzaklaşmasıyla , duyulan merak ve heyecan da buharlaşıyor taş sokaktan.
Sokağın başında küçük bir bakkal var, rafları tıka basa dolu, içerisi tavandan sarkan bir ampulle aydınlanıyor, yarı loş. Çırak tezgahın başında duruyor, sıcaktan o da bunalmış besbelli. Bir eliyle yüzüne konan sinekleri kovarken diğer eliyle cep telefonunu karıştırıyor oyalanmak istercesine. Dükkanın sahibi ufacık hasır bir tabureye oturmaktan çok tünemiş, kocaman göbeğini sarmalayan dar gömleğinde ter izleriyle derin derin boğulur gibi soluk alırken gelen geçene laf atıp hatır soruyor.
Beriki duraktan evine yürüyen orta yaşlı memura: ‘Merhaba Ahmet efendi, işler nasıl gidiyor?’ diyor.
‘Nasıl olsun, çok şükür bu ayın da sonunu getirdik ya.’ diye karşılık veriyor gömleği kırışmış, bezgin suratlı memur. Sonra ekliyor: ‘Hanım bulaşık deterjanı istediydi’.
Yağlı bakkal omzunun üzerinden çırağa dönüp boğuk bir sesle ‘Oğlum bi deterjan versene ne duruyorsun’ diye hırlıyor. Elindeki telefona dalan acemi çırak sıçrıyor yerinde, alelacele deterjanı indirirken raftan yere düşürüyor. Anında toparlanıp elinde derterjan kapıya koşarken, memur bıyık altından gülüyor çocuğun saf telaşına. ‘Buyrun efendim’ diye uzatırken poşeti ani bir sağanak indiriyor. İri damlalar düşüyor gökten. Tozlu, gri sokak ıslanıyor hızla. Ne olduğunu anlayamadan şaşkın şaşkın bakışıyor memurla bakkal. Güneş hala tepedeyken bu yağmur da nesi diye düşünüyorlar belli ki aynı anda. Memur bir saçak altına giremeden, bakkal da elinde yarılanmış çay bardağı tünediği tabureden kalkamadan sırılsıklam oluyorlar. Kuşuyla konuşan yaşlı kadın ‘Aaaa, yağmur başladı gel oğlum’ diyerek bir elinde patatesler, diğerine kafesi alıp acele adımlarla balkon kapısına yürürken sokaktaki çocukların anneleri seslenmek üzere cama çıkıyorlar. İçlerinden bir tanesi ‘Oğlum hadisene sırılsıklam oldun hastalanacaksın bak karışmam sonra’ diye yarı tehditkar bir sesle çocuğunu çağırıyor. Islanmak umurlarında değil fakat tehditkar havayı kendi annelerinde de hisseden çocuklar akşama sopa yemek istemedikleri için istemeye istemeye de olsa oyunlarını yarım bırakarak evlerine giriyorlar. Beyaz bıyıklı dede aynı çeviklikte davranamıyor, ağır ağır yerinden kalkmaya çalışırken sokağa bakan sağ yanı baştan ayağı ıslanıyor. Söylene söylene gözlük camlarını eliyle ovarken önünü göremediği için el yordamıyla kapıyı bulmaya çalışıyor. Yaz sıcağında işlek sokak bir anda boşalıyor, geriye kaldırımda üzerinde su damlalarıyla, irili ufaklı oğlan çocuklarının oynadığı lastik, kırmızı top kalıyor.

                                                                                                                                    Giz 2009

CONVERSATION

2 comments:

  1. Harika! Sıcacık ve gönülden dolu dolu gelerek yazılmış çok güzel bir öykü. Necip Mahfuz'un yazılarındaki o insanın içini saran huzurlu sahiplenilmişliği ve hatta ilk gençlik yıllarında kendi oturduğu sokakların akşam üzerlerini buluyor okuyan...

    YanıtlaSil
  2. Çokk teşekkürler :)

    YanıtlaSil