Kar Küresi






Karın ilk taneleri düşmeye başlayınca Ela’nın içi sevinçle dolmuştu. Koşarak camın yanına gitmiş, dirseklerini iç pervaza dayayıp minik yüzünü avuçlarının arasına alarak içinden kar yağmaya devam etsin diye sessizce yakarmıştı. Yaslandığı kaloriferin sıcağından buğulanan cama yeni öğrendiği harflerle ‘K-A-R’ yazmaya çalışıyordu. İnce parmaklarının camın üzerinde bıraktığı izleri örtüp tekrar yazmak için arada burnunu cama yapıştırıp nefesiyle buğu yapıyordu. Sabah okula giderken annesi özenle önlüğünün altına yün içlikle kalın külotlu çorap giydirmişti. Kürklü mantosunun üzerine kendi ördüğü karışık renkli atkıyı da sardıktan sonra ‘Lahana bebeğim benim’ diyerek sevgiyle öpmüş, sarıp sarmalanmış durumundan huzursuz kalıp halinde yürümeye çalışan küçük kızı sıkıca elinden tutup ‘Hava çok soğudu yakında kar yağar’ diyerek avutmuştu. Ela’nın karın yağışını nasıl büyülenmiş ve mutlu izlediğini iyi biliyordu.
Küçük kız okuldan eve dönmüş heceleme ödevlerini henüz bitirmişti ki annesinin ‘Ela bak kar yağıyor’ diye seslenmesiyle ok gibi yerinden fırlayıp kestane rengi saçlarını savurtarak camın kenarına koşmuştu. Yerler ıslaktı. Yağan taneler iri de olsa düşer düşmez eriyor, yer karı tutmuyordu. Avuçlarının arasındaki yüzünde dalgın bir ifadeyle somurtuk dudakları dışa kıvrık, mutsuz gözleri sabit dışarıya bakıyordu Ela. İyice umutsuzluğa düşmeden bir şeyler yapması gerekiyordu. Küçük kız birine fısıldar gibi ellerini ağzının kenarında birleştirip iyice sesini kısarak ‘Eğer tutarsan söz bu gece bez bebeğimi uyuman için sana vereceğim’ dedi kara. Yağmakta olan kar rüzgarla kuvvetlenip uğuldarken ‘Tamam mı bak’ demişti ki içeriden annesinin yemeğe çağıran sesini duydu. Ciddileşmiş iri gözleriyle onay beklercesine kara bakıp dışarıdan gelen inilti karşısında kendinden emin gülümseyerek mutfağa doğru yürümeye başladı. Hava iyice kararmaya ve soğumaya başlamıştı, ıslak yerler donuyordu. Ela yemekte anne ve babasına yaptığı anlaşmayı gururla anlatırken babası ‘Aferin benim kızıma’ diyerek gülüyor annesi de parçalara ayırdığı lokmaları her cümlesinin sonunda ağzına tıkıyordu. Kar iyice artmıştı, göz gözü görmüyordu dışarıda. Yemeği biter bitmez camın önünde yerini alan Ela yerleri bembeyaz görünce kendine hakim olamayarak tiz bir sevinç çığlığı atmış, ‘Biliyordum biliyordum anne baaaaak’ diye bağırmaya başlamış, koşarak içeriden annesini zorla odasına getirtmişti. Annesi sevecen bir gülümsemeyle ‘Pamuk şehrin prensesi oldu benim kızım’ diyerek Ela’yı kucaklamış, bir süre karı beraber izlemişlerdi. Her şey o kadar güzeldi ki. Sokak lambasının ışığında düşen taneler bembeyaz ve iriydiler, yerleri, arabaları, ağaçları kaplayarak masalsı bir diyarın büyülü güzelliğini çağırmışlardı sokağa. Gözlerindeki ışıltı rüzgarın sesinde dans ediyordu. Ela saatlerce orada durabilirdi, durup karı izleyebilirdi. Kocaman, kristal bir kar küresiydi içinde yaşadığı. Saydam, sessiz, masum dünyasında yere düşen her kar tanesiyle daha da mutlu oluyor, çocuklara özgü saf bir sevinç ve coşkuyla izliyordu karı. Evlerinin baktığı uzun yol sedef kaplı bir kemer gibi uzanıyordu önünde. Her gün yürüdüğü yol, gördüğü ağaçlar, arabalar gitmişti. Yeni bir dünya kurulmuştu dışarıda, gördüklerini kendi isimlendiriyordu kendince bir oyunla. Her şey öylesine mükemmel bir bütünlük içerisindeydi ki bir ağacın dalından yaprak bile düşmesin, karın hipnotik pürüzsüzlüğünü bozmasın istiyordu. Bez bebeğini gece dışarıda üşümesin diye sıkı sıkı giydirmişti, az sonra camını açıp pervazına yerleştirecek ve bu gece ayrı kalacaktı ondan. Kar küresi gizli bir el tarafından sürekli sallanıyor kar durmamacasına, doymamacasına lapa lapa yağıyordu. Pamuk şehrin küçük prensesi camını hafifçe aralayıp bez bebeğini pervaza oturttuktan sonra yere düşen uysal tanelerin sesini dinleyerek minik burnu kızarana kadar temiz havayı içine çekmişti. Sihirli bir geceydi yaşadığı, tıpkı annesinin uyumadan önce masal kitaplarında okuduğu gibi. Önce karla konuşmuş ve bir anlaşma yapmıştı, sonra yemeğini yemiş döndüğünde her yeri bembeyaz bulmuştu. Daha önce hiç böylesine yağan bir kar görmemiş olduğundan hayranlıkla karışık bir şaşkınlıkla bakıyordu dışarıya. Az sonra gökten melekler inip bu beyaz cennetimsi sahnede şarkı söylemeye başlasalar ona da şaşırmazdı. ‘Haydi yatağa bakalım’ diye annesi içeri girdiğinde  ‘Ne olur biraz daha kalayım anne ne oluuur’ diye yalvarmaya başlamıştı Ela. O saf mutluluğun devam ettiği her saniye kalbine işleniyordu. Kar sarhoşu olmuştu adeta. Annesi pijamalarını giydirirken bile yan gözle dışarıya bakıyor, bir an olsun gözünü ayırsa karın durmasından korkuyordu. Tüm dikkatiyle gözleri sokağa çevrilmişken karşı apartmanın kapısı yavaş yavaş açıldı. Kapıcı Tahir efendi’nin karısı şişman vücudunun yanı sıra heybetli bir çuvalı sürükleyerek dışarı çıkardı. Kapının önünde durup bir eliyle başörtüsünü tutup ağzını yüzünü kaparken diğer eliyle çuvalı çekmeye başladı, çorap üstüne patik giydiği ayakları terliklerinin arasından karlara süründükçe ıslanıyor iki adımda bir durup ayağını kuvvetlice yere vurarak yoluna devam ediyordu.  Küçük Ela inanmayan gözlerle, ağzı açılmış izliyordu. Her adımında sarkık dev göğüsleri sağa sola seğiren örme hırkalı kadın karanlığın içinden çıkmış ahmak bir canavar gibi edepsizce karın pürüzsüzlüğünü yok ediyordu. İlk birkaç adımda olanlara inanamadığından derin bir susku içine gömülen Ela, gördüklerinin gerçek olduğunu anlayınca avazı çıktığı kadar bağırarak ‘Anne koş, yetiş çabuuuk pamuk şehrim pamuk şehrim’ diye ağlamaya başlamıştı. İri memeli şekilsiz kadın cama vurarak dövünen Ela’nın sesine kafasını yukarı kaldırıp şöyle bir baktıktan sonra umarsız hantal adımlarıyla yolun sonundaki kömürlüğe kadar sürüklemişti çuvalı. Attığı her adım karın sessizliğinde küçük kızın kulaklarında yankılanıyordu. İpeksi kar bozulmakla kalmamış kömür çuvalının karası yolu baştanbaşa boyamıştı. Daha fazla üşümemek için aceleyle çuvalı dolduran Tahir efendi’nin karısı kömürlüğün kapısını çarparak kapatmış çıkan metalik ses gecede çınlamıştı. İri yarı kadın tıka basa dolu çuvalı bozduğu yoldan sürüyerek geçirmiş, karları yüzülmüş yol iyice siyaha boyanmıştı. Masal dünyasının sayfaları keskin bir makasla kesilmiş, büyülü şehrin güzelliği tarumar olmuştu. Küçük kız süzülen yaşlarını tutamıyor gecenin ortasında nereden çıktığını anlayamadığı şişman kadından nefret ediyordu. Dişlerini kenetlemiş gıcırdatırken bir yandan minik ellerini yumruk yapmış dövünüyordu. Kardaki ayak izleri ve çuvaldan kalan uzun şerit her gözünü kapayıp açışında yerinde duruyordu. Gerçek olamayacak kadar güzel manzarası gerçek bir canavar tarafından yok edilmişti. Odaya gelen annesinin beline sarılmış, ağlamaktan tükendiği için ulumaya başlamıştı. Annesinin sıcağında biraz sakinleşince cama sırtını dönüp kırmızı gözlerle ağlamamaya çalışarak duvara baktı. Ela uzun yıllar sonra bile bu geceyi unutmayacaktı. Kristal kar küresi hoyrat bir el tarafından kırılmıştı.


                                                                                                                                                                                                                                                                                   Giz  2009

CONVERSATION

0 comments:

Yorum Gönder