Frida Kahlo & Diego Rivera




Frida ile ilk tanışmam Salma Hayek’in oynadığı otobiyografik film sayesinde olmuştu. Müthiş etkilenmiştim. Çektiği acılara rağmen dimdik duruşu, hayata meydan okuması ve hiçbir zaman kendisinden ödün vermeden yaşaması hayranlık uyandırıcıydı. Diego ile arasındaki kopmayan bağ, her ikisinin de sadakat kavramını ne olursa olsun sonunda bir arada kalabilmeye sadık kalmak olarak şekillendirmesi tuhaf, sıradışı gelmişti.



Filmin bir sahnesinde Frida bir köprü ile birbirine bağlanan iki ayrı binayı göstererek Diego ve kendisi arasındaki ilişkiyi buna benzetmişti. Aralarındaki farklılıklar tek bir binada yaşamalarını engellese de istedikleri zaman geçerek birbirlerinin dünyalarına girebilecekleri bir köprü onları bağlıyordu. Değiştirilmeden, törpülenmeden doğaları hükmettiğince yaşamaya çalışmaları onlara bir çok acı, hayalkırıklığı getirmiş olsa da en sonunda Frida, hayatının aşkı olarak nitelediği Diego için günlüğünde şunları söylemiştir:

“Başlangıç Diego ... Yapıcı Diego ... Çocuğum Diego
Ressam Diego ... Babam Diego ... Oğlum Diego
Sevgilim Diego ... Kocam Diego
Dostum Diego ... Anam Diego
Ben Diego
Evren Diego"


Frida’nın da Diego gibi evlilik  dışı ilişkileri olmuştur, hatta Diego’dan farklı olarak bu ilişkilere duygusal anlamda bağlanarak aşk olarak da nitelemiştir (Troçki olan ilişkisinde olduğu gibi) ancak sonunda hep her şeyi olarak gördüğü, tüm dünyası, evreni olan Diego’yla birlikte olmuştur. Değişik, sıradışı bir ilişkidir onlarınki.


Frida’nın küçük yaşta geçirdiği korkunç kaza sonucu onulmaz bir şekilde zedelenen iskeleti yaşamı boyunca ona acı vermiştir. Geçirdiği sayısız ameliyat, yatağa hapis olma, fiziksel ve ruhsal acı sanatını beslemiştir. Frida’nın tabloları etkileyici ancak rahatsız edicidir. Korseler, kırık kemikler, vücudun dışındaki organlar, dünyaya gelemeyen fetüsler hep tablolarındadır. Resmettiği ifadelerde hep bir acı vardır, tablonun temelinde resmedilen kişinin yüz ifadesine oturtulmuş bir acı. Bunun yanında Frida, Meksika kültürünü ve devrimci kimliğini de tablolarına işler. Sürrealist olarak nitelendirilmeyi reddeder çünkü resimlerinde somut bir gerçeklik ve keskin bir acı vardır.



Çıkış yolunun güzel olacağını ve asla geri dönmeyeceğini umarak hayata veda eden Frida’nin ölmeden önceki son resmi “Hayat Güzeldir” isimli bir natürmort’dur. Bu da kısa, acılarla dolu, çalkantılı hayatını aslında ne kadar dolu yaşadığını ve her şeye rağmen hayatı güzel bulabilecek kadar güçlü olduğunu gösterir.



Yaşadıkları dönemde Frida ve Diego’nun bir çok tablosunu satın alan Gelman çiftinin koleksiyonu Pera Müzesi’nde sergilenmeye başlayınca hayranı olduğun Frida’nın eserlerini görmeye gittim. Aşağıda "Evreni Kucaklayan Aşk, Toprak (Meksika), Ben, Diego ve Senyon Xoloti" adlı tabloda evren tarafından kucaklanan Frida ve Diego'nun iri cüssesi yüzünden evlilikleri bir fil ile beyaz bir güvercinin evliliğine benzetilmesine rağmen Frida'nın bir çocuk gibi kucağında taşıdığı Diego anlatılıyor. Doğa Ana'nın (Meksika) koruyucu kolları Frida ve Diego'yu sarıyor. Frida'nın göğsünden fışkıran kan kalbindeki acıyı, Diego'nun elinde tuttuğu alev ise kendisini ve onu kucaklayan Frida'yı yakışını temsil ediyor. Frida kalbi acısa da, yansa da Diego'yu sarmaktan vazgeçmiyor.



"Herhalde bazılarınız benden Diego'nun çok kişisel ve kadınsı portresini bekliyorsunuz, hikâyelerle örülü, eğlenceli, şikayetlerle dolu, biraz da dedikodu içeren, hani o her okuyucunun kendi garipliğine uygun olarak yorumlayıp kullanabileceği tür 'efendi' dedikodudan. Belki insanın Diego gibi bir adamla yaşarken 'ne çok sıkıntı çektiği'ne dair sızlanmalar duymayı bekliyorsunuz benden. Ama ben, nehir akıyor diye kıyılarının sıkıntı çektiğine, yağmur yağıyor diye dünyanın sıkıntı çektiğine, enerjisini salarken atomun sıkıntı çektiğine inanmıyorum... Benim için her şeyin doğal bir telafisi vardır. Olağanüstü bir yaratığın müttefiki olarak üstlendiğim zor ve anlaşılması güç rolde ödülüm, kırmızı bir yığının içinde yeşil bir noktadır: denge'dir benim ödülüm."     Frida Kahlo 1949
                                                                                                                                                                                                                              



Tabloların önünde durup izlerken bundan 70 yıl önce Frida’nın bu tabloların önünde duruşunu ve resmedişini hayal ettim. Fırçasının dokunduğu tuvaller karşımda duruyordu. Bu düşünce kendimi çok tuhaf hissettirdi. Sergi salonunun ortamı tablolarda uyum içerisindeydi, bir an için o dönemin Meksika’sına gittiğim izlenimine kapıldım. Tek tek inceledim tablolarını, resmettiği acıların izlerini sürdüm. Yüzündeki o buruk ifade her tabloda vardı.




Köse olan yerel halktan farklı olarak bitişik kaşlar ve bıyıklara sahip olmak Meksika burjuvalarının övünç kaynağı olduğundan Frida otoportrelerinde hep kaşlarını ve bıyıklarını da ön plana çıkarmıştır. Bunda biseksüel yaşantısındaki erkeksi yönünü de ifade etmiş olduğu düşünülebilir.





Geçirdiği kaza sonucu parçalanan rahmi yüzünden hiçbir zaman çocuk sahibi olamamıştır ve otoportrelerinde bu yüzden kendisini kimi zaman oyuncak bir bebekle karyolada otururken kimi zaman da çocuğu yerine koyarak beslediği evcil hayvanlarla resmeder.



"Düşüncelerimde Diego" tablosunda Frida'nın her yana dallanmış düşüncelerinin merkezinde Diego'nun olması oldukça etkileyici idi. "İçi Açılmış Yaşamı Görünce Korkan Gelin" adlı resimde ise meyvelerle sembolize edilen içi açılmış hayatı, ürkmüş bir köşeden seyreden yeni gelin anlatılıyordu.


Bu kadar Frida resmi koyduktan sonra Diego'nun da ünlü tablolarından bir iki tanesini koymak gerek diye düşünüyorum:






Sergi’ye talep oldukça fazlaydı, günlerden Cumartesi de olunca tabloların önünde insanlar birikmeye başladı. Biz çıkarken ip gibi bir kuyruk kapıda uzanıyordu. İnsanımızın Frida & Diego sevgisi ve sanata gösterdikleri yoğun ilgi hoşuma gitti. Sergi 20 Mart’a kadar devam edecek, ben daha sakin bir günde tekrar gitmeyi düşünüyorum size de vaktiniz olursa haftaiçi uğramanızı öneririm.




Sergiye gidecekseniz atmosferi daha da benimsemeniz için öncesinde "Frida" adlı filmi izlemenizi ve hatta Lila Downs'ın Frida Soundtrack'i albümünü dinlemenizi tavsiye ederim.


CONVERSATION

3 comments:

  1. Hey şahane bir bilgilendirme yazısı olmuş! Resimleri de koymuşsunuz.. Eh artık müzeye gitmeye gerek kalmadı galiba:) Şey, bu son fotoğraftaki Giz'mi yoksa? Yaaa... Şahane valla:))

    YanıtlaSil
  2. Evet sevgili Hayal Kahvem ta kendisi :))

    Güzel yorumunuz için çok çok teşekkürler, elimden geldiğince yaşadığım Frida tecrübesini ve bildiklerimi aktarmaya çalıştım ancak siz yine de yolunuz düşer ise Pera Müzesi'ne gidin. Gerçekten çok etkileyici...

    YanıtlaSil
  3. samimiyeti yogunlugu akisi cok dengeli olmus, su gibi bir solukta okudum yazinizi googles betanin yonlendirmesiyle tesadufen buldum bolgunuzu okumaya gayret edecegim.

    YanıtlaSil