Sabah saat 06.45
Sakince uyandırılmayı sevdiğimden telefonumdaki arp tınısı hafif bir tonda çalmaya başlıyor. Gözlerimi aralıyorum, gün ışımamış daha. Gökyüzünün griliği bile belli olmuyor. Daha uyumak istiyorum ancak saniyeleri çekiştirerek uyanmayı ötelemek huyum değil, gözümü açtım ya bir kere usulca kalkıyorum.
Yatağın sıcağı dağılıyor odada. Sabahlığıma sarınıp mutfağa gidiyorum. Gerçek uyanışım kaynayan suyu geniş ağızlı fincana boşaltırken gerçekleşiyor. Taze kahvenin kokusu uykudan ayılmaya çalışan zihnimi iyice uyarıyor, kurabiye kavanozuna elimi daldırıyorum. Günlük ritüelim bu. Bir elimde kahvem diğerinde çay tabağına koyduğum kurabiyem hazırlanmak için odama dönüyorum. Acelem yok. Acele etmemek için vaktinden erken kalkıyorum zaten. Geç kalmamak adına koşturmayı sevmiyorum.
Evden çıkarken şemsiyemi de alıyorum. Yürüyüş mesafemi usul usul adımlarken yağmur çizmelerimden damlayan sulara ilişiyor gözüm. “Hayata takılan çelmeler” diyorum içimden. Günlük rutini bozan her edim beyin kıvrımlarındaki sıvının akışını değiştiriyor bir nevi. Yolun sonunda aynı yere varacak olsam da parkın etrafından dönüyorum. Değişiklik olsun diye. En son ne zaman o yöne saptığımı düşünüyorum ve arkasından bilincin akışında bir sürü farklı şey geliyor aklıma.
Biliyorum ki her gün ne yaptığımı değiştiremesem de arada nasıl yaptığımı değiştirebilirim. Rutini bozmaya çalışırken elinde olmadan daha farklı davranmaya, düşünmeye itiliyor insan. Bu da yapılan işe ufak dozlarda çeşitlilik katıyor gelişim yönünde.
İşe giderken bugün masamın da değişeceği geliyor aklıma, elimde olmadan belli belirsiz gülümsüyorum.
Neden bilmiyorum çok sıcak geldi bu yazı bana, film gibi geldi..
YanıtlaSil